|
05.09.07, 17:24
|
#11
|
Uzman
Üyelik tarihi: Mar 2004
Mesajlar: 4.727
Tesekkür etmis: 32
Tesekkür almis 155 -> 113 Konu
|
__________________
Güveni geliştirmek yıllar alıyor.Yıkmak bir dakika..
|
Offline
|
|
|
Muharrem Ertaş |
|
05.09.07, 19:37
|
#12
|
Herseyden Haberi Var
Üyelik tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 1.685
Tesekkür etmis: 117
Tesekkür almis 330 -> 106 Konu
|
Muharrem Ertaş
Muharrem Ertaş
1913 yılında Yağmurlubüyükoba Köyü'ndedoğdu. Annesi Ayşe Hanım, babası zurnacı Kara Ahmet'tir. Anadolu'nun bir çok yerinde profesyonel müzisyen olarak karşımıza çıkan Abdal Aşiretlerinin Orta Anadolu'daki en büyük koluna bağlı olan Muharrem Ertaş'ın ataları Ala Kilise'lidir. Abdalların göçer bir aşiret olmalarından ötürü daha sonraları Kırşehir havalisine yerleşmişlerdir.
Ertaş'ın ilk ustaları dayısı Bulduk Usta ve Yusuf Ustadır. Küçük yaşlardan itibaren eline aldığı sazı ile köy köy dolaşır Muharrem Ertaş. Bazen sünnetçilerle, "düğün çalmaya" gider; bazen köy odasındaki muhabbetlere katılır sazıyla ve sesiyle...Her ne kadar "bozlak ustası" diye ün yaptıysa da, Orta Anadolu'nun yöresel melodilerini de repertuarında bulundurur. Özellikle çalıp söylediği halaylar şaheser niteliğindedir.
"Ustaların Ustası" Muharrem Ertaş, Bozlak geleneğinin en güçlü temsilcilerindendir. Ses genişliği, rengi ve tınısının yanısıra, gırtlak nağmeleri, çarpma, titretme ve trilleri, kendine has ses kullanma teknikleri ve bütün bunların yanısıra iyi bir Bozlak icrası için olmazsa olmaz şartlardan biri olan "yiğitçe edası" ile Muharrem Ertaş, gelmiş geçmiş en büyük Bozlak okuyucusu olarak kabul edilir. Onun için Bozlak, gökkubbeye salınan bir çığlıktır adeta. Repertuarında oyun ve halay türküleri başta olmak üzere Karacaoğlan'dan, Kerem'den, Aşık Garip'den, Pir Sultan Abdal'dan ve Aşık Sait'ten pekçok türkü okuduğu her eseri, o anki ruh halinin bir gereği olarak, her seferinde yeniden yorumlar.
71 yılda biriktirdiklerini oğlu Neşet Ertaş'a aktaran Muharrem Ertaş, yedi-sekiz yaşlarında iken dayısı Bulduk Usta'dan bağlama dersleri almaya başlamış: "Çalıp söyleme merakım küçük yaşlarda başladı. Bulduk dayımın çok güzel sesi vardı. Bir köyde türkü söyledi mi diğer köyde dinlenirdi. Hatta seferberlikte asker kaçaklarını yakalamak için subaylar dayımı yanlarına alır köy köy dolaşırlarmış. Dayıma türkü söylettirip kendileri de pusuya yatarlar ve dayımın sesine dağlardan inen kaçakları yakalarlarmış. Derken, Bulduk Usta beni çok severdi, merakımı görünce beni yanına aldı. Her gittiği yere götürdü. Düğünlerde, bayramlarda, eğlencelerde yanından ayırmayarak ustalarından öğrendiğini bana da öğretirdi. Yedi yıl boyunca onunla çalıştıktan sonra artık tek başıma çalıp söylemeye başladım."
Bu dünyada 71 yıl yoksul, kendi halinde ve sessizce yaşayan Muharrem Ertaş, 1984 yılının 3 Aralık günü yine sessiz bir şekilde vefat etti. Son sözleri, gerisini tamamlayamadığı; "Sazımın emaneti..." oldu.
Kalktı Göç Eyledi Avşar Elleri
1- Kalkti Göç Eyledi Avşar Elleri
2- Ela Gözlerini Sevdiğim Dilber
3- Gönül Ne Gezersin
4- Ağ Ellerin Sala Sala Gelen Yar
5- Mezar Arasında
6- Yağmur Yağdi Yine Bulandı Hava
7- Giderim Giderim
8- Kova Kova Indirdiler Yazıya
9- Ağ Odana Kara Taban Yatırdım
10- Bana Gül Diyorlar
11- Eğil Dağlar
12- Şu Yalan Dünyadan Usandım
13- Aldı Dert Beni
14- Biter Kırşehir'in Gülleri
Başımda Altın Tacım
1- Yeni Geldim Dinek Dağı
2- Başımda Altın Tacım
3- Deniz Dalgasız Olmaz
4- Kırat Bozlagı
5- Kısmet Kalktı
6- Şu Dağlar Ulu Dağlar
7- Tor Şahin Misali
8- Bülbül
9- Asağıdan Kalktı
10- Ya Rab Kime Yalvarayım
11- Bâd-ı Sabâ
12- Karanfil Suyu Neyler
13- Neyleyim Yalan Dünya
14- Evlerinin Önü Marul
Konu SAHmerdan tarafından (05.09.07 Saat 19:45 ) değiştirilmiştir..
|
Offline
|
|
05.09.07, 21:37
|
#13
|
Site Ondan Sorulur
Üyelik tarihi: Jan 2006
Mesajlar: 500
Tesekkür etmis: 319
Tesekkür almis 246 -> 20 Konu
|
Harikasiniz..
__________________
Sevdiceğum ...
|
Offline
|
|
|
Muhlis Akarsu |
|
05.09.07, 21:55
|
#14
|
Herseyden Haberi Var
Üyelik tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 1.685
Tesekkür etmis: 117
Tesekkür almis 330 -> 106 Konu
|
Muhlis Akarsu
Muhlis Akarsu
1948 yılında Sivas'ın Kangal ilçesi Minarekaya köyünde doğdu. Küçük yaşlardan itibaren katıldığı muhabbetlerde ve cemlerde Alevi-Bektaşi kültürünü öğrendi;saz çalıp türkü söylemeye başladı. Kısa zamanda sesinin güzelliği ile fark edildi. Gençlik yıllarında geldiği İstanbul'da Mahzuni Şerif'in, Davut Sulari'nin deyişleriyle tanıştı. İlk söylediği deyişlerde gerek saz çalış gerekse okuyuş itibarıyla Davut Sulari'nin etkisi görülür. Davut Sulari'nin kendine özgü bol hançere hareketlerini içeren tavrından uzun süre kurtulamayan Akarsu, kendi deyişlerinde de bu tavrı-kısa bir süre de olsa- denemiştir. Daha sonraları deyişlerinde ve deyiş söyleme tavrında Sulari'nin etkisinden kurtulduğu görülür. 1970'lerden itibaren dönemin etkili aşığı Mahzuni Şerif'in izleri belirir Akasu'da...Uzunca bir süre Mahzuni'nin deyişlerini çalar, okur. Bu arada Alevi-Bektaşi aşık geleneğinden de kopmaz. Pir Sultan, Kul Himmet gibi büyük ozanların birçok deyişini geleneksel kalıplardan çıkmadan seslendirir.
1980'li yıllarda ise Akarsu, artık kendi kimliğini bulur. O güne kadar usta malı deyişlerle kendini gösteren Akarsu, 80'lerin başından itibaren deyişlerindeki anlatımı güçlü, bağlamasına hakim ve sesini deyiş tavrında kullanabilen bir sanatçı görünümündedir. Bu yıllar adeta parladığı yıllardır Akarsu'nun... "Muhabbet" serisinin her yapıtında yer alır. Eserleri çeşitli türlerde şarkı söyleyen sanatçılar tarafından okunur. Ancak sanatının en verimli ve olgun döneminde yaşama veda eder (2 Temmuz 1993, Sivas Madımak Oteli yangını) Ardında ise milyonlarca seveni ile birlikte 100'den fazla kırkbeşlik plak, 4 uzunçalar, 20 kaset ve yüzlerce deyiş bırakır.
Muhlis Akarsu'nun yapıtlarına şöyle bir bakıldığında, tümünün lirik bir ifadeyle yapıldığı ve söylendiği hemen fark edilir. Repertuarının büyük bir bölümünde aşk ve sevda deyişlerine yer verdiği görülür. Akarsu'nun yar üzerine söylediği, feleğe çattığı, gurbete içerlediği, ayrılığa üzüldüğü yüzlerce deyişi vardır. Deyişlerinde toplumsal konulara da kayıtsız kalmaz;ancak bu, sevgi üzerine söylediği deyişler kadar çok öne çıkmaz. Birkaç deyişinde cahilliğe, köleliğe, yoksulluğa başkaldırdığı görülür. Alevi-Bektaşi edebiyatının ve müziğinin deyiş türüyle ünlenen aşığı Muhlis Akarsu'nun Pir Sultan Abdal ve Karacaoğlan etkisindeki tavrını her zaman hissetmek mümkündür. Muhlis Akarsu'nun eserlerini dinledikçe gerçekten de akarsu gibi çağlayan sesini hissedecek ve onu sevgiyle anacağız. Ruhu şad olsun.
Yoruldum Yorgunum Fazla Gidemem
Neler Etti Kahır Beni Zulm Beni
Kolay Değil Ben Bu Derdi Çekemem
Zalimin Elinde Koydu Hal Beni
Akarsuyu Aşka Yaktı Yaradan
Ömür Bir Gün Gibi Geçti Aradan
İşte Geldim Gidiyorum Dünyadan
Oturmuş Bekliyor Kuru Sal Beni ...
SiiRleri
- Ağlama Gülüm
- Arada Sırada Bizi de düşün
- Ayrılamam Ben o Gül Yüzlü Yardan
- Bir Güzelin Aşığıyım Erenler
- Eşinden ayrılan Yaralı Ördek
- Gurbeti Ben mi Yarattım
- Mapushane Gurbet Ele Benzemez
- Yine Gönlüm Hoş değil
- Karlı Dağlar
|
Offline
|
|
|
Hasret Gültekin |
|
05.09.07, 22:26
|
#15
|
Herseyden Haberi Var
Üyelik tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 1.685
Tesekkür etmis: 117
Tesekkür almis 330 -> 106 Konu
|
Hasret Gültekin
Hasret Gültekin
1 Mayıs 1971***8217;de, Sivas***8217;ın İmranlı kazasına bağlı Han köyünde, Süleyman ve Hacıhanım Gültekin***8217;in (Nazire ve Güler***8217;den sonra) üçüncü çocuğu olarak doğdu. Altı yaşında saz çalmaya başladı. On bir yaşında sahneye çıktı. Kadıköy Anadolu Lisesi***8217;nden ikinci sınıfta ayrıldı. 1987 yılında, ilk çalışması ***8220;Gün Olaydı***8221; adıyla Diyar Müzik Yapım tarafından yayımlandı. İlk resitalini Kadıköy Moda Sineması***8217;nda 1987 yılında verdi.
1989 yılında, ***8220;Gece ile Gündüz Arasında***8221; adlı ikinci çalışması Saltuk Müzik Yapım tarafından yayımlandı. 29 Ekim 1989 yılında Hollanda Kültür Bakanlığı***8217;nın daveti üzerine, ***8220;Genç Türküler***8221; festivalinde Birsel Acar***8217;la birlikte Türkiye***8217;yi temsil etti. 1990 yılında aynı ülkede ***8220;Türk Haftası***8221; etkinliklerine birçok sanatçı ile birlikte katıldı. Müzik yönetmenliğini üstlendiği resmi olarak ilk defa Kürtçe müzik yasağını delen ***8220;Newroz***8221; adlı kaset, 1990***8217;da önce enstrümantal olarak, sonra da Nilüfer Akbal ve Rıza Akkoç***8217;un katılımıyla gerçekleştirildi. 1990 yılında, Şivan Perwer***8217;in (Türkiye***8217;de, resmi olarak Kürtçe müzik yasağını kaldıran) ***8220;Krivo***8221; adlı karma kasetinin yayınlanmasına öncülük etti ve süpervizörlüğünü yaptı. 1991 yılında, ***8220;Rüzgarın Kanatlarında***8221; adlı üçüncü çalışması Nepa Müzik Yapım tarafından yayımlandı. 1991 yılında Yeter Fırtına ile evlendi. Türkiye***8217;nin dört bir yanında konserler verdi. Birçok Avrupa ülkesinde festivalllere katıldı ve konserler verdi. Aydınlık Gazetesi için; Ankara, İzmir ve İstanbul***8217;da ProsEchos Grubu ile birlikte resitaller verdi. 2 Temmuz 1993***8217;de, Sivas***8217;ta Madımak Oteli***8217;nde 35 insanla birlikte katledildi. 13 Eylül 1993***8217;de oğlu, Roni Hasret Gültekin dünyaya geldi.
Hasret Gültekin***8217;in müzik yönetmenliğini ve müziklerini yaptığı kasetler dizini
1988 Abuzer Karakoç, Hüseyin Aydın, Ali Ekber Eren***8217;in de yer aldığı ***8220;BİTMEYEN TÜRKÜLER-Dostlar Muhabbeti***8221;.
1990 Gani Nar***8217;ın seslendirdiği Kürtçe ***8220;JİYAN***8221;.
1990 Abuzer Karakoç***8217;un seslendirdiği ve Avrupa***8217;da yayımlanan ***8220;Alvar Deyişleri***8221;.
1990 Emekçi***8217;nin seslendirdiği ***8220;Gül***8217;e Barut Serdin mi?***8221;
1990 Nurşani***8217;nin türkülerinden oluşan kaseti.
1990 Lütfü Gültekin***8217;in seslendirdiği ***8220;Karanlıkta Vurdular***8221;.
1991 ***8220;NEWROZ 2***8221; isimli, Kürtçe sözlü türkülerden oluşan kaset.
1992 Arif Sağ, Emekçi, Mehmet Koç, Emre Saltık, Talip ***64257;ahin, İhsan Güvercin***8217;in de yer aldığı ***8220;Türküler Yalan Söylemez***8221; isimli kasette üç eser seslendirdi.
1992 Ahmet Arif***8217;in şiirlerini besteleyen sanatçılar olarak, Cem Karaca, Ahmet Kaya, Sadık Gürbüz, Esin Afşar, Rahmi Saltuk***8217;la birlikte, Ahmed Arif***8217;in anısına çıkan kasette yer aldı.
Bir çok sanatçının kasetlerinde bağlama, cura ve şelpesiyle yer aldı.
HOR BAKTIK MI KARINCAYA
KIRDIK MI KANADINI SERÇENİN
VURDUK MU KARACANIN YAVRUSUNU
YA NASIL KIYARIZ İNSANA
YA NASIL KIYARIZ İNSANA***8221;
***8220;EKİLİP EKİN GELİRİZ
EZİLİR UN GELİRİZ
BİR GİDER BİN GELİRİZ
BENİ VURMAK KURTULUŞ MU***8221;
Bir insan ömrünü neye vermeli
Harcanıp gidiyor ömür dediğin
Yolda kalan da bir yürüyen de bir
Harcanıp gidiyor ömür dediğin
Yüreğin ürperir kapı çalınsa
Esmeyen yelinden hile sezerler
Künyeler kazınır demir sandıkta
Tükenip gidiyor ömür dediğin
Dışı eli yakar içi de seni
Sona eklenmeli sözün öncesi
Ayrılık gününün kör dereleri
Bölünüp gidiyor nehir dediğin
Bir insan ömrünü neye vermeli
Para mı onur mu taş dikenli yol
Ağacın köküne inmek mi yoksa
Savrulup gidiyor yaprak dediğin
Selpe Show
Topragin Bol Olsun Üstat...
|
Offline
|
|
|
Davut Sulari |
|
05.09.07, 22:44
|
#16
|
Herseyden Haberi Var
Üyelik tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 1.685
Tesekkür etmis: 117
Tesekkür almis 330 -> 106 Konu
|
Davut Sulari
Davut Sulari
1925 yılında Erzincan'ın Çayırlı İlçesi'nde (Mans) doğdu. Baba Veli ile Cezayir Ananın beş çocuğundan biridir. Asıl adı Davut Ağbabadır. Sulari mahlasını soyadı olarak kullanışı ilk gençlik yıllarına rastlar. Bir ara Kemali ve Serhat Aşık mahlaslarını kullandıysa da Sulari mahlasıyla tanınmıştır. Soyadı kanunu çıktıktan sonra sırasıyla Sümmani, Selami ve Sulari soyadlarını alır. Soyadı olarak alınan bu mahlasın pirler dergahında kendisine verildiği rivayet edilir. Davut Sulari, Seyyit Mahmudi Hayrani'nin soyundan gelmektedir ve Kureyşan'lıdır. Böylelikle soyağacı İmam Musa'el Kazım'a, buradan da Hz. Ali ve Hz. Muhammed'e kadar uzanmaktadır.
Sulari'nin dedesi Pir Kaltuk tüm aşiretiyle birlikte Tunceli'nin Nazimiye ilçesi Kureyşanlılar köyünden, Erzincan'ın Tercan ilçesinin Çayırlı (Mans) bucağına yerleşmişlerdir. Çayırlı'nın ilçe olmasının ardından Davut Sulari ve ailesi kendilerini "Çayırlılı" olarak tanımlamaya özen göstermişlerdir. İlkokulu ancak üçüncü sınıfa kadar okuyabilen Davut Sulari asıl eğitimini dedeler ve pirler dergahında alır. İlk eğitimine dedesi Mehmet Kaltık (Kaltuk) Ağa nın yanında başlar. Saz çalmayı da dedesinin teşvikiyle öğrenmiştir.
1938 yılında Baba Mansurlu Gülşah Ana ile evlenir. Daha sonraları bir resmi olmayan evlilik daha yapan Sulari'nin bu evliliklerinden 5 çocuğu vardır.
Davut Sulari, 17 yaşında pir elinden dolu içer ve "badeli aşıklar" kervanına katılır. Sır aleminde kendisine sürekli akıp çağlayacağı için "Sulari" adı verilir. O günden sonra aşk ateşiyle yanıp tutuşan Sulari, kabına sığmaz; sürekli gezmek dolaşmak, yeni şeyler öğrenmek, bildiklerini öğretmek ister. 22 yaşına geldiğinde babası Veli dört oğlunu toplar ve soydan gelen dedelik görevinin hangi oğlu tarafından sürdürüleceğinin kararını vermek ister. Davut Sulari'ye hitaben "madem ki sen bu kadar gezmeyi seviyorsun hiç değilse taliplerin içerisine çık. Ama önce oniki evden oniki post sahibi getireceğim, dördünüzü de sorgu suale çektireceğim. Kim pirlerin mürşitlerin sorduğu soruların cevabını verirse talip içine o çıkacak" der. Davut Sulari erlerin sorduğu her soruya ayrıntılı cevap verir. Pirler bile bu duruma hayret ederler. Baba Velioğlu Davut'un bu başarısı karşısında "Sen Hak'sın yol senindir; talipler içerisine sen çıkacaksın" der ve Sulari'nin "Dedelik" hizmeti böylelikle başlamış olur. Bu olayın ardından Sulari artık atına binecek gurbetin yolunu tutacaktır; ta ki ölümüne kadar ülke ülke, şehir şehir, köy köy dolaşacaktır. Erzincan'ın ve Anadolu'nun çeşitli yerlerindeki Kureyşan Ocağı taliplerinin yol hizmetini görecek, bu arada dili iyice çözülecek, aşıklık mesleğini en üst düzeyde uygulamaya başlayacaktır.
Davut Sulari, yaşamı boyunca geçimini temin etmek için başlıbaşına bir iş tutmamıştır. Dedelik hizmetinden, konserlerden, plaklardan, özel gecelerden kazandığı paralarla yaşamını sürdürmüştür. 80 kadar plağı ve stüdyo kaydı kasetleri Türkiye ve Almanya'da yayınlanmıştır.
Alevi-Bektaşi inancı ve kültürüne bağlı aşıkların "gezgin aşıklar kolu"nun son temsilcilerinden olan Davut Sulari, yaşamının sonuna değin bu özelliğini sürdürmüştür. Uğradığı yerlerde kendi kültürünü, bilgisini, görgüsünü aktarmış, oralarda rastladığı kültürel öğeleri de dağarcığına alarak sanatını zenginleştirmiştir. 1948 yılında Ankara Radyosuna "mahalli sanatçı" olarak kabul edildikten sonra 1949 yılında İstanbul Radyosu'nda Yurttan Sesler Korosu'nun konuk mahalli sanatçıları arasında yer almıştır. Muzaffer Sarısözen, Halil Bedi Yönetken, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun, Nida Tüfekçi, Neriman Tüfekçi gibi müzisyenlerle tanışmış olması, O'nun müzik görgüsünde ve meslek yaşamında etkili olmuştur.
Sulari'nin yaşamının ilk 20-25 yılında politika neredeyse hiç yoktur. O hep bir güzel peşinde koşan, bazen tarikat ilkelerini yaymaya çalışan, Ehli Beyt'e muhabbetini açıkça dile getiren bir "saz şairi", "aşık' görünümündedir.
Ancak 1970'li yılların sosyal ve politik çalkantılarından Davut Sulari de nasibini almış ve şiirlerine toplumsal sorunları, politik açmazları, inançsal istismarları konu edinmiştir. Bu durum o dönemde bazı yazarlar tarafından olumsuz karşılansa da Davut Sulari'nin yapısına çok aykın bir davranış değildir. Üstelik Sulari Alevi Bektaşi kültüründen gelen aşıklarda pek görülmeyen türlerde örnekler verebilen özel bir aşıktır. Kaldı ki o dönemlerde Alevı kimliği yeni yeni toplumun tüm kesimlerinde konuşulmaya başlanmıştır ve Sulari'nin bu konularda çok hassas olduğu bilinmektedir. Bu sebeblerden hareketle Sulari'nin 1970'li yıllarda söylediği deyişlerin kendi içinde bir mantığı vardır.
1950'li yıllardan itibaren Feyzi Halıcı'nın düzenlediği Konya Aşıklar Bayramı'na katılması orada pek çok aşıkla, "Atışma", "Dudak değmez", "Taşlama" gibi türlerde karşılaşmış olması, "aşka sevdaya ve güzele düşkünlüğü", kimi zaman ağır mistik öğelerle beslenmiş tesavvufi şiirleri, kimi zaman toplumsal içerikli o dönemdeki söylemle "devrimci" şiirler söylemesi, Sulari'nin, "fırtınalı yaşamındaki çelişkileri" olarak görülmesi yerine yaşamındaki ve sanatındaki çeşitlilik ve zenginlik biçiminde değerlendirilmelidir.
Davut Sulari, aşıklık kimliğinin neredeyse tüm özelliklerini bünyesinde barındırır. O, hem kendine ait deyişleri özgün ezgi kalıplarıyla müziklendiren bir aşık, hem eski aşıkların, ustaların deyişlerini çalıp söyleyen bir mahalli sanatçı, hem de yöresinin türkülerini aktaran önemli bir kaynak kişidir. Yüzyıllardır kuşaktan kuşağa aktarılan efsaneleri, şiirlerine tema olarak almış ve böylece bir geleneğin önemli temsilcilerinden biri olmuştur. Davut Sulari, aşka sevdaya tutkusu, güzellere düşkünlüğü ile Karacoğlan'ı, Alevi kimliği ile Pir Sultan Abdal'ı, tasavvufi kimliği ile de Erzurumlu Emrah'ı ve Yunus'u hatırlatır. Şiirlerinde tüm bu aşıklardan izler bulmak mümkündür.
Bununla birlikte günümüzün pek çok aşığın da Davut Sulari'nin etkisi görülür. Aşık Mahsuni Şerif, Aşık Muhlis Akarsu, Aşık Daimi, Aşık Beyhani, Aşık Serdari bunlardan yalnızca birkaçıdır. Son yirmi yirmibeş yıldan bu yana albümlerinde Davut Sulari'nin eserlerine yer veren halk müziği sanatçılarının sayısı da az değildir. Ali Ekber Çiçek, Arif Sağ, Sabahat Akkiraz, Belkıs Akkale albümlerinde Sulari'nin eserlerine en fazla yer veren sanatçılardandır. Davut Sulari, gezgin aşıkların son simalarından biri olmakla beraber bu seyahatlerini yalnızca yurt içinde sürdürmemiştir. Başta Irak, İran, Suriye olmak üzere, Avrupa'da Almanya, Hollanda, Avusturya, Fransa, Belçika, İsviçre ve o zamanlardaki adıyla Yugoslavya gibi ülkeleri de karış karış dolaşmıştır. Sulari, Anadolu'nun her yerini (üç vilayet hariç) ve Ortadoğu ülkelerini "Leyla" adlı atıyla gezmiştir. Yine at sırtında Bulgaristan ve Yugoslavya'yı geçmek ve Avrupa içlerine girmek istediyse de bugün bilemediğimiz sebeplerden ötürü bunu başaramamış, geri dönmek zorunda kalmıştır. Sulari, bu bakımdan da gezgin aşıklar arasında tipik bir örnek teşkil etmeyi başarmıştır.
Sulari, yurt içinde en çok İzmir, Erzincan, İstanbul ve Ankara'da kalmıştır. Ailesinin büyük bir kısmının İzmir'de yaşaması nedeniyle İzmir'de geçirdiği zaman, Sulari için önemlidir. Kardeşi, çocukları, torunları İzmir ve çevresinde yerleşmişlerdir; bu sebeble İzmir, Sulari için yaşamsal bir önem taşır. Her nereye giderse gitsin mutlaka İzmir'e uğrar ve yakınlarıyla görüşür...
Yıllar süren seyahatlere dayanabilen dirençli bir fiziğe sahiptir Sulari... At sırtındaki bu yolculuklar hiç kuşku yok ki zorluklarla doludur... Ancak ne kadar dirençli olunursa olunsun doğanın güç koşullarında ömür boyu seyahat etmek yıpratır insanı.. Bununla birlikte onbinlerce belki de yüzbinlerce insanla muhatap olmak, bilgi ve tecrübeleri bu insanlarla paylaşmak; aile ortamından uzakta, eşinden çocuğundan ayrı çileli bir yaşam sürmek kolay değildir elbette... Bir dava uğruna, bir meslek uğruna ordan oraya gezip dolaşmak... İşte bu tarz bir yaşama Davut Sulari'nin vücudu ancak 40 yıl dayanabilmiştir.
Yine aşıklık mesleğini icra ettiği bir sırada Erzurum'da Ali Rahmani'nin aşıklar kahvesinde yakın arkadaşlarıyla söyleşirken rahatsızlanmış, Erzurumdaki Araştırma Hastanesi'ne kaldırılmış, ancak bütün çabalara rağmen hayata döndürülememiştir (18 Ocak 1985). Son nefesine kadar aşıklık mesleğinin içinde bulunmuştur Sulari. Aşıklık onu yaşama bağlayan temel unsurlardan biridir ama bu çileli yaşama vücudu yenik düşmüştür... Şimdi mezarı Çayırlı'daki aile mezarlığındadır.
Bazi Albumleri :
Davut Sulari ***9679; Tan Yıldızı
Harika, 1973
Davut Sulari ***9679; Üç Telli Turnam
Harika, 1974
Davut Sulari ***9679; Deyişler
Minareci, 1976
Davut Sulari ***9679; Deyişler
Güney, 1978
|
Offline
|
|
|
Abdullah Papur |
|
05.09.07, 23:00
|
#17
|
Herseyden Haberi Var
Üyelik tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 1.685
Tesekkür etmis: 117
Tesekkür almis 330 -> 106 Konu
|
Abdullah Papur
Abdullah Papur
Doğum Yeri: Divriği DoğYılı: 1945 1945-1989.
Küçük yaşlarda bağlama çalmayı öğrendi.
Önce aşıklık geleneğinde usta malı türküler söyleyen Papur,
sonraları kendi türkülerine ağırlık verdi. Türkiye'nin birçok yerini dolaştı.1970'li yıllardan
itibaren toplumsal konulara yönelen Papur bu dalda da birçok eser verdi.
DOĞUMU : 1945 yılında Divriği' de doğmuştur. Sivas-kangal'a bağlı iğdeli köyünden
yetişmiş olan ozanımız küçük yaşlarda bağlama çalmayı ögrendi. Önce aşıklık
geleneğinde usta malı türküler söyleyen Papur, sonraları kendi türkülerine ağırlık verdi.
Türkiye'nin birçok yerini dolaştı. 1970'li yıllardan itibaren toplumsal konulara yönelen
Papur bu dalda da birçok eser verdi. Fevkalede harika uzunhavalarıyla, halk
muziğindeki kâmilliği herkes tarafından kabul edilmiş, anadoluda en az bir
Refik Başaran ya da Mahzuni Şerif kadar tanınan, mühim mahalli ozanlarımızdandır.
ÖLÜMÜ : 1989 yılında aramızdan ayrıldı.
[ B]ALBÜMLERİ:[/b]
Gardiyan -
Kara Tren -
Gaflet Uykusu -
Bulut Kat Kat Olmuş -
Göçme Gardaş ...
DİĞER ESERLERİ :
Seher Yeli Gibi -
Yoksulluk -
Dengini Bulmamış -
Gözlerim Yollarda -
Ne Yaptınız Bize Hani -
Uykudalar mı -
Şimdi Duydun mu -
Zalim Gurbet -
Çürüdü -
Haberin Olsun ...
Nazli Yarim
|
Offline
|
|
|
Ali Ekber Çiçek |
|
05.09.07, 23:18
|
#18
|
Herseyden Haberi Var
Üyelik tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 1.685
Tesekkür etmis: 117
Tesekkür almis 330 -> 106 Konu
|
Ali Ekber Çiçek
Ali Ekber Çiçek
1935 yılında Erzincan'da doğan Ali Ekber Çiçek, babasını 1939 Erzincan depreminde yitirdi ve küçük yaşlarda rençberlik yapmaya başladı. Bu arada bağlamayı öğrendi ve cem toplantılarında kulağı Alevi deyişleri ve ezgileriyle doldu. İlkokul öğreniminden sonra maddi olanaksızlıklar sonucu öğrenimini sürdüremedi, ancak ağır yaşam şartlarına karşın müzikten hiç kopmadı.
Müzik aşkı ağır basınca İstanbul'a göç etti ve halk müziğinin önemli isimleriyle tanıştı. Askerden sonra TRT'nin açtığı sınavı kazanarak, Muzaffer Sarısözen döneminde TRT Ankara Radyosu'na ve Yurttan Sesler Korosu'na girdi. 35 yılı aşkın bir sürede 400'den fazla türküyü derleyerek geniş kitlelere ulaştırdı.
TRT arşivlerinde 54 kaseti bulunan Ali Ekber Çiçek'in ülkemizdeki bütün türkücüler tarafından derlemeleri söylenmektedir. TRT'den emekli olan sanatçı halen birçok ülkede konserler ve üniversitelerdeki sohbetler aracılığıyla bu toprakların sanatını dünyaya taşımaya çabalıyor. 2003 yılının başlarında TRT Belgesel Programlar Müdürlüğü tarafından Ali Ekber Çiçek'in hayatını anlatan "Cahilden Uzak Dur, Kemale Yakın" isimli belgesel çekilmiştir.
Türk Halk Müziği sanatçısı Ali Ekber Çiçek 26.04.2006 tarihinde İstanbul'da vefat etti.
Ali Ekber Çiçek'ten derlenen bazı türküler :
Böyle İkrarınan Böyle Yolunan
Bunca Olan Emeğimi
Derdim Çoktur Hangisine Yanayım
Ey Erenler Akıl Fikir Eyleyin
Gönül Gel Seninle Muhabbet Edelim
Gurbet Elde Bir Hal Geldi Başıma
Gurbet Elde Yadellerin Derdini
Gül Yüzlü Sevdiğim
Hazin Hazin Esen Seher Yelleri
İsmini Sevdiğim Saadetli Dostum
Nasıl Yar Diyeyim Ben Böyle Yare
Ondört Bin Yıl Gezdim Pervanelikte(Haydar Haydar)
Ali Ekber Çiçek tarafından derlenen bazı türküler :
Bir güzeli methedeyim
Çoktan Beri Yollarını Gözlerim
El Vurup Yaremi İncitme Tabib
Gönül gel varalım gülşen bağına
Şepke'nin Kavakları
Yolumuz Gurbete Düştü
Sabahdan ugradim Bir Figana
Aglama Gözlerim Mevlam Kerimdir
Haydar Haydar
|
Offline
|
|
|
Musa Eroğlu |
|
05.09.07, 23:43
|
#19
|
Herseyden Haberi Var
Üyelik tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 1.685
Tesekkür etmis: 117
Tesekkür almis 330 -> 106 Konu
|
Musa Eroğlu
Musa Eroğlu
1946 yılında İçel'in Mut Kazası'nda doğmuşum. Ortaöğrenimimi Mut'ta tamamladım. Mut'ta eğitmenler çoktu, o zamanlar. 1953'lerde, 2500 nüfuslu bir ilçeydi, Mut. Bizim köy Kumaçkuru Köyü. 1870'lerde Malatya'dan Adana'ya gelenlerin, Cumhuriyet öncesi siyasal yapının verdiği bir görüntünün yansımaları olan uçbeyliklerin teşekkülüyle oluşmuş bir yerleşim vardı. Hatta bizimkiler sanki burada beylerin olması gibi bir durum varmışçasına, buralara "üçbeylik, üçbeyler" derlerdi. Bu yerleşim alanından bizim köye sekiz km. bir mesafe vardır. O zamanlar davar güderek aileme katkıda bulunuyordum. O tarihlerde cumartesi öğlene kadar okullar açıktı. Bir pazarımız vardı. Pazartesi günleri davar güdüyordum. İki gün çalıştığımda, on kuruş para alıyordum. Ortaokullarda hocalarımız yöresel unsurlara, folklora, oyunlara çok önem veriyorlardı. Ortaokuldayken bir müsamerede bana "Karacaoğlan"ı oynatmışlardı.
Saz çalıyordum. Saz çalma babadan-dededen kalma gelenekti, aslında. Bunu öğrenmek adeta zorunluluktu. Esasında bizim köyün dışında, Mut'tun diğer köylerinde saz çalmak-türkü söylemek pek yoktu. Yörede "Karacaoğlan"la ilgili geleneği, şenliği sürdüren bir köydü, bizimkisi. Çevrede davul-zurna dışında müzikal pek bir renklilik yoktu. O yüzden bizim köy biraz da dışlanmıştı, çevre köylerce. O Karacaoğlan şenliğindeki rolüm, beni çok etkiledi ve böyle sürüp gitti. Sürekli çalışarak, kendimi geliştirerek sanatımı bugünlere getirdim. Bu sanat ve her sanat için bir ömür yetmez aslında. Bir altyapı zaruri, okul zaruri tabii eğitim temel zaruriyet. Mut'ta bir folklor gurubu oluşturuldu. Ben orada görev aldım. O Karacaoğlan oyununun, beni peşinden sürükleyen o oyunun peşinden gittim hep.
Gezebildiğim bölgelerde, Trakya hariç, Anadolu'nun birçok köyüne ulaştım. Sadece Çorum'da 340 köy gezdim. Anadolu'da gördüğüm şu; yaşamların inançların yüzde doksanı ortak. Gelenek ve görenekleri ortak. Yani ortak bir kültürleri var. Anadolu'daki kültür zamanla bir mozaiğe dönüşmüş. Biz kendi gelenek ve göreneklerimizi "şehirli kalıbı" içine oturtmaya çalışmışız. Şehirle özdeşleştirmeye çalışmışız. Halbuki, çok uzunca bir evrim bu. Belki göçebe yaşamı şehirli için garip gelebilir; ama şehirlinin büyük kısmı huzursuzdur, yaşamından. Kırsal alandan şehre göçte, yozlaşma yaşamış. Alt yapıya uyum yok. Sorunlar çok. Dil mesela, hiçbir zaman köydeki, obadaki, yayladaki insan şehirdekiler gibi konuşamaz. Konuşması da beklenemez. Benim için bile bu böyledir. Şehir bambaşka, şehircilik bambaşka bir şeydir. Bu taşınmayla gelen insanlar, korunmuyor. Kurban Bayramı'nda apartmanda kurban kesen insanının çaresizliğini düşünün. Halbuki o insan köydeyken, bunu çok doğal ve rahat yapıyordu. O kültür şehre taşınmamış demek ki. Kültürel öğeler budanmaya başladığı zaman, o güzel türkülerle yoğrulan insanların ileriye doğru bakışları da törpülenmiştir. Bu yüzden boşluktadır. Köyde doğmuş, büyümüş, olan biri olarak, her sene köyümü ziyaret ederim. Bu bir hasrettir. Bunu hiç ihmal etmedim. Şimdi köyle şehir, şehirli ve köy kökenliler arasında bir kopukluk var. Keşke bu kopukluk giderilebilse. Böyle bir toplumda müzikle, gelenekle, türkü de törpülenir.
Anadolu'daki müzik formu incelenirse, Ege Bölgesi'nde geniş bir müzik formu olduğu görürüz. Mesela o zeybeklerdeki incelikler, etimolojik yapıdaki güzellik, estetik ne kadar hoş. Sözler çok az, müzik daha fazla. İç Anadolu'da sözler daha fazla, müzik daha az. Ege ve Karadeniz: Ege'de, ihtiyaçtan dolayı (sosyolojik nedenlerden taassuptan filan kaynaklanan) müzikli renklilik çeşitlilik var. Bunu çalıyor. Daha evvel ne yapıyor? Boğaz havası dediğimiz bir şey var. İlk önce havasıyla yüksek perdeden ihtiyaçlarını seslendiriyor. Bu ihtiyaç, bir alt yapıdan doğuyor. 30-40 bin kişilik konserler yapılıyordu, Ege'de. Müziklerin bu kadar çeşitli olmasının Grek Kültürü'yle mutlaka bir ilgisi var. Rodos'tan, Girit'ten derlenen türkülere baktığımız zaman, sadece sözleri farklı. Yunanca söylüyor, biz burada onun Türkçesi'ni söylüyoruz. Bu müzik, bu halkın alt yapısının rafineliğinin yansımasıdır. Doğu Anadolu'da ise, iki veya üç dört sesten oluşuyor melodiler. İç Anadolu'da da daha az. Karadeniz'de geçmişteki Pontusların torunları vardır. Ama bir kemençenin çalımı, hiç de küçümsenecek bir şey değil. Tüm Anadolu'nun incelenmesi gerekiyor yani teker teker.
1965'teki iki tane 45'lik yaptım. Dinsel motifli şeyler okumuştum. O günden bugüne 1979'de bir uzunçalar yaptım. 15 tane kaset yaptım. 45'likleri sayamıyorum. Daha fazla. Ayrıca sanatçı kardeşlerimle yaptığım ortak çalışmalar da oldu. 8 kaset var. "Muhabbet" adını vermiştik adına. En son Arif Sağ'la resital şeklinde yapmıştık. Bir de en son UNESCO için bir çalışma yaptım. UNESCO'dan Henri le'Comte isimli bir Asya müzikleri araştırmacısı, sürekli gezilerle, incelemelerle müzik çalışmaları yapıyor. Bütün Türki Cumhuriyetler'inde çalınan müzik araçlarının çoğunun CD'lerini yapmış, kayıtları kendisi yapıyor. Benimle de bağlantıya geçti ve benimle de CD çalışması yaptı. 1980'li yıllardan itibaren müzik yönetmenliklerim var. Birçok müzisyenin yetişmesinde katkılarım vardır. Anadolu'daki semahların kaybolmaması için, "Bin Yıllık Yürüyüş" isimli 90 dakikalık 2 CD semahları yaptım. Ticari amaçlı değildir bu. İleriye kalabilmesi için kaybolmasın diye. Bunu halk kültürüne bir katkı olarak görüyorum. Bunları yaşama geçirmek için, 1980'den(1983) sonra insanlara bağlama felsefesini öğretmek için de bir dershane açtım.
Büyük usta Musa Eroğlu'nun halk müziğinde kaynak kişi, derlemeci ve besteci olarak eserleri mevcuttur bunlardan bazıları:
Kaynaklık ettiği türküler
Bir kere uğradım hakkın cemine,
Bulut bulut üstüne,
Ceviz arasında vardır evimiz,
Geyinmiş kuşanmış yayladan gelir,
Kullar olam seni doğuran anaya,
Şu dağların yükseğine erseler,
Şu yüce dağların karı eridi,
Yatamadım gasavetten meraktan...
Derlediği türküler
Emirdağı Birbirine Ulalı,
Dost Bağının Meyvaları Erişti...
Bestelediği türküler
Gönlümüze Yar Düşünce,
Hey Erenler Pazarım Var,
Mihriban,
Telli turnam,
Yol ver dağlar...
Musa Eroğlu - Dereye Aşağı
Musa Eroğlu-Açma Yaram Derindedir
|
Offline
|
|
|
Aşık Ali Nurşani |
|
13.09.07, 21:49
|
#20
|
Herseyden Haberi Var
Üyelik tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 1.685
Tesekkür etmis: 117
Tesekkür almis 330 -> 106 Konu
|
Aşık Ali Nurşani
Aşık Nurşani
Hasretliğin gözlerimde
Bilsen nasıl tüter bana
Sensiz yaşanması zordur
Dön gel gayrı yeter bana
Yaran kanar içerimde
Nurşani'de hem derimde
Kötü sözün yüreğimde
Hala bugün beter bana
2 Şubat 1959'da İslahiye'nin Sakçagözü köyünde doğdu. Asıl adı Ali Ayhan'dır. Köyüne gelip giden aşıklardan etkilenerek 10 yaşlarında bağlama çalmaya başladı. Ayrıca bağlama öğrenmesinde babasının da etkisi ve yardımı oldu.
1972-73 yıllarından itibaren şiir yazmaya da başlayan Aşık Nurşani, daha sonra Aşık Mahzuni ve başka birçok aşıkla birlikte çeşitli turnelere katıldı. İlk plağını aynı yıllarda doldurdu.
Aslında mahlas olarak kendisine verilen Hürşani, yanlışlıkla ilk plağına Nurşani olarak yazıldı ve öyle de kaldı.
1979 yılında yine Aşık Mahzuni'yle birlikte konser vermek üzere gittiği Almanya'ya yerleşti.
Şiirlerinde toplumsal sorunlardan sevgiye hemen her türlü konuyu işleyen Aşık Nurşani, ayrıca "Barak Ağzı" türkülerin yorumunda da usta sanatçılardan biri olarak bilinir.
Bugüne dek yaklaşık 500 şiir yazdı. Bunların 120 kadarını besteleyen Aşık Nurşani'nin türküleri çeşitli sanatçılar tarafından da okunmaktadır.
Bugüne dek çeşitli biçimlerde yaklaşık 25 kadar kaseti çıkan Aşık Nurşani'nin şiirlerinin bir bölümünü topladığı yayına hazır bir kitap çalışması bulunmaktadır.
Aşık Nurşani'nin tüm şiirleri ilk kez yayımlanıyor..
Basi Eserleri:
Almanya Özel
Belamıydın Başıma
Ekonomi Ağlatırlar Seni
Git Yolcu Yoluna
Gömün Garibi
Hasretim
Kara Dağın Boz Yılanı
Kavgamız
Memmet
Meyrik
Öğrettiler
Sen sebeb Oldun
Cephede Buluşalım
Diyarbekir Daglari
Asik Ali Nursani - Insan Sevdigini Almassa
|
Offline
|
|
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir)
|
|
Seçenekler |
|
Stil |
Normal
|
Yetkileriniz
|
Yeni Mesaj yazma yetkiniz aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz aktif değil dir.
HTML-KodlarıKapalı
|
|
|
Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 01:05 .
|
|