|
|
Simdi Sukut Limanlarina Demirledim Gemilerimi...Sadece Bekliyorum |
|
21.04.08, 16:33
|
#121
|
Moderator
Üyelik tarihi: Oct 2007
Mesajlar: 773
Tesekkür etmis: 202
Tesekkür almis 325 -> 219 Konu
|
Simdi Sukut Limanlarina Demirledim Gemilerimi...Sadece Bekliyorum
Sana doğrultuyorum yönümü* yüreğimi Saçlarımı okşayan rüzgarlara* dipteki acılara* çığ düşmüş yollara Sensiz kalmayı kaldırmıyor yüreğim kar yüreklim* ölümüne özlüyorum seni. Hasretin yaktığı günlerle geçip gidiyor ömrüm.
Seninle bir sokak başında buluşmak* sarılmak* saçlarının kokusundan öpmek* sarılmak* doyasıya kucaklamak istiyorum
Ama sevgim ihanetlere yazılıyor* yetmiyor gücüm* yeniğim* çaresizim* acizim.Suya düşüyor anılar* ıslanıyor duygu tellerim* düzen tutmuyor saz Yine de ümitliyim* yine de ümidimi yitirmeden yaşıyorum
Ateşi sönmüş bir küldeyim* her yer karanlık; yalnız bırakılmış çöllere dönüyorum Dön artık gittiğin diyarlardan ey sevgili.Yağmura hasret topraklar gibi çatlak çatlak dudaklarım. Çatlayan dudağım* susayan kalbim* gül kokan nefesine hasret
Gel* özlemde gül damlıyor* gülde özlem!.. Baktığım her kıyıda sevda kokuyor güller* ayrılıklar özlem kokuyor
Gel* nisan yağmuru gibi yağ üzerime* söndür içimdeki ayrılık ateşini Bil ki* sensiz hasretin ve acının yangınında kar yığını bir şarkıdır dudağımda zaman Bil ki sensiz bir yanı mecnundur kıyılarımın bir yanı leyla Bir yanı Yusuf tur kuyularımın bir yanı Züleyha Gel Allah aşkına yeter artık
Ey sevgili aşk ehlinin sultanı* ey aşk iksiri* güzelliklerin yüreği* sevda mevsiminin en güzel iklimi gel artık. Yıllardır ki* yüreğimi sana rehin tutuyorum sana saklıyorum içimin gizli yollarını.
Geniş ve yeşil çayırlar gibi seriyorum yüreğimi önüne ey kar gülüm* salkım söğütler gibi eğiyorum başımı önünde. Yürek tellerimde hasret ateşleri yakıp* yıllardır bu yangınla bekliyorum seni Gel Bir gün güneşin ardından. yağmuru içinden taşıyan bulutlar gibi gel çorak topraklarıma Gel artık ey çölleri cennete çeviren Bil ki* sabrımın son sınırındayım
Özlemin doruklarındayım* bir kanat uzaklığında gökyüzü. Oysa sen çok uzaklarda bir yerdesin ...belki hiç bir yerdesin.. Elimi uzatsam dokunamam Sesini özlesem duyamam Bil ki* her gece rüyalarımda sana geliyorum* gel demesende
Ah! neylersin kınalım, dağçiçeğim neylersin. Olan oldu işte ve olanın önüne geçilmiyor. Aradan uzun yıllar geçti* gözlerim uzaklarda* sanki hep çıkıp gelecekmişsin gibi yollara baktım
Her Ren nehrine baktığımda hep gözlerini anımsarım. Sevinçlerimizi* korkularımızı* acılarımızı anımsarım
* umutlarımızı* umutsuzluklarımızı. Bir flim şeridi gibi geçer gözlerimin önünde hatıralar
Hatırlar mısın bilmem? Her gün bu saatlerde gelip hastahanenin önünde çıkışını beklerdim. Kapıda çıkar çıkmaz koşarak gelir sarılırdın bana. Kokunu taa ciğerlerimin uc noktasına çeker sıkıca sarılırdım. Yavaş derdin. Beni içine mi alacaksın Oysa elimde olsa seni alır yüreğimin içine koyar hiç bırakmazdım
Ama şimdi hiç çıkmıyorsun içimden, her defasında dünya başıma yıkılmış bir şekil de geçiyorum o kapının önünde
Her gece gözyaşımın şiirini yazıyorum* içimin acıdığını* içimin kanadığını çiziyorum* seni ölesiye sevdiğimi* özlediğimi söylemek bir anlam taşır mı? Özlemin rengi var mı? sarı mı, yeşil mi, mavi mi, kırmızı mı özlemin rengi?
Her akşam bir şiirde kanarsa insanın kalbi* bin acı gelip saplanırsa yüreğine* çığ gibi büyürse yalnızlığı artık ne teselli edebilir ki
Yüregimde kopan firtinayi gönderiyorum sana sevgili, çocuksu
bakislarimin ardindan...
Ellerimi kesen ayazlarimi gönderiyorum sana; askin akip gidisini
seyret diye iç ülkemden iç ülkene.
Her seyi koca bir yokluk gören gözlerimi gönderiyorum sana, yesile
çalan yanindan umut bul diye.
Koca sehri bombos gören kalbimi gönderiyorum sana* içindeki
atesle isit diye.
Bütün mektuplarim geri dönüyor sevgili sehrime* yoksun.
Bu koca yoksunlugun içinde kaybolmussun.
Hayat bizi terk edeli çok olmus* ben aynalarda kaybolmusum* sen
hayallerime bile ugramaz olmussun.
Bir masalmis her sey bir bakmisim uyumussun.
Ne masalin sonunu dinleyecek kadar uyanik kalmayi basarabilmissin
ne de bana yeni masallar anlatacak kadar âsik olmayi.
Hasret yüklü gemilerim yollarini bulamadi. Ben Leylanin cisminde
tasidigim mecnun kalbi ile bir basina kaliverdim ask
diyarinda.
Ne gemilerimi indirecegim sahillerim oldu* ne de karadan
yüzdürebilecek cesaretim.
Ask bitti. Toprak oldu bakislarimda ki umut.
Kalmak gitmekten vazgeçmektir derdi atam.
Be ne gitmeyi becerebiliyorum topraklarindan ne de yasamayi senin
kurallarina göre.
Isyanlarim var* eylemsiz* sessiz isyanlarim.
Bir gök düslüyorum* mavisi adam gibi mavi , siyahi adam gibi
siyah..
Ama gündüzleri gri bulutlar kapliyor gögümü* geceleri sehrin
isi.
Mavisi griye çaliyor hüzünle gökyüzümün yildizlari gam
yansitiyor puslu bakislarla.
Her sey bir tebessümünde gizli kaliyor bazen.
Züleyha nin gülümsemesi kadar sicak* Yusufun durusu kadar
soguk.
Ask sana da bana da ne uzak sevgili.
Simdi sukut limanlarina demirledim gemilerimi.
Sadece bekliyorum.
Günesin dogusunu nasil beklerse yüce daglar* yagmurun
yagisini nasil beklerse çiçekler, öylece hasret gemilerimi
ask denizine indirecegin ani bekliyorum.
Beklemek sabretmektir Dedi ustam
* kalbim üstüne dedim*
büküldü boynum.
__________________
İnanıyorsan savundukLarına, arkasında duracaksın..
gerek yok ceLLada cıkarıLdığında darağacına, tabureye sen vuracaksın !
|
Offline
|
|
|
|
|
23.04.08, 11:28
|
#122
|
Moderator
Üyelik tarihi: Oct 2007
Mesajlar: 773
Tesekkür etmis: 202
Tesekkür almis 325 -> 219 Konu
|
Amerikali zengin isadami, bir is seyahati sirasinda kucuk bir Meksika kiyi kasabasina ugrar. Limanda gezerken, agzina kadar balik dolu kucuk bir teknenin icinde oturan bir balikci dikkatini ceker. Merakla yanina yaklasir ve sorar,
"Merhaba, bu baliklari yakalamak ne kadar zamanini aldi ?"
Balikci, tumunu bir-iki saate yakaladigini soyler. Isadami bu kez, nicin daha uzun sure kalip daha fazla balik yakalamadigini sorar. Balikci, ailesinin gecimi icin bu kadarinin yettigini soyler.
Amerikali isadami merakla balikciya kalan zamanini nasil gecirdigini sorar.
Balikci anlatir,
"Gec vakit yatarim, sabah birazcik balik yakalarim. Sonra cocuklarimla oynarim, oglende de karim Maria ile biraz siesta yaparim. Aksamlari, amigolarla beraber gitar calip sarap iceriz, egleniriz. Dolu ve mesgul bir yasantim var senyor."
Amerikali gerinerek, "Benim Harvard'dan MBA'm var ve sana yardim edebilirim. Balik tutmak icin daha cok zaman ayirmali ve daha buyuk bir tekne ile calismalisin. Bu tekneden elde edecegin gelirle daha buyuk tekneler alirsin. Kisa surede bir balikci filosuna sahip olursun. Boylelikle, yakaladigin baligi aracilara degil dogrudan dogruya isleme tesislerine satarsin. Hatta kendi balik fabrikani bile kurabilirsin. Balikcilik sektorunde bir numara olursun."
Ve Amerikali devam eder, "Tabii bunlari yapman icin oncelikle bu kucuk balikci kasabasini terk edip Mexico City'ye, daha sonra Los Angeles'e ve en sonunda holdingini genisletebilecegin New York'a yerlesirsin."
Balikci dusunceli vaziyette sorar, "Peki senyor, bu anlattiklariniz ne kadar zaman alir ?"
Amerikali yanitlar, "15-20 yil kadar."
"Peki bundan sonra senyor?" diye sorar balikci. Amerikali guler, "Simdi anlatacagim en iyi tarafi! Zamani geldiginde, sirketini halka acarsin ve sirketinin hisselerini iyi paraya satarsin! Kisa zamanda zengin olup milyonlar kazanirsin!"
"Milyonlar?" der Meksikali, "Eee... sonra senyor ?"
Amerikali, "Ondan sonra emekli olursun. Gec vakitlerde yatabilecegin kucuk bir balikci kasabasina yerlesirsin, istersen zevk icin biraz balik tutarsin, cocuklarinla oynayacak, karinla siesta yapacak zamanin olur, aksamlari da arkadaslarinla sarap icip, gitar calarsin. Nasil, mukemmel degil mi?"
__________________
İnanıyorsan savundukLarına, arkasında duracaksın..
gerek yok ceLLada cıkarıLdığında darağacına, tabureye sen vuracaksın !
|
Offline
|
|
|
|
|
30.04.08, 00:16
|
#123
|
Moderator
Üyelik tarihi: Oct 2007
Mesajlar: 773
Tesekkür etmis: 202
Tesekkür almis 325 -> 219 Konu
|
O kadaR özlediM ki Seni .. Sesini kokunu ellerini sıcaklığını Dünyayı kendisinde toplamış deniz mavisi gözlerini .. Sen gittikteN sonra muhtaç kaldım ellerine .. gözlerine .. Sesine .. Bir tek sözüne .. Öyle isterdiM ki sana olan sensizliğimi senin kollarında gidermeyi .. Öyle isterdim ki Tek bir sözü senin ağzından duymayı .. Öyle isterdim ki ***8220;Seni SeviyoruM***8221; demeni ..
Yalvarsam ağlasam kapansam dizine .. Döner miyiz yine eski günlere..
Ahh gelmeN için bana .. DönmeN içiN .. Unutmak içiN eski günleri .. Sermez miyim dünyayı ayaklarının altına ***8230;YalvarsaM yakarsaM .. Duyar mısın hıçkırıklarımı .. Elimi uzatsaM tekrar tutar mısıN eski günlerdeki gibi .. Sana doya doya Seni SeviyoruM dememe izin verir misiN ? eski günlerdeki gibi .. Seni o kadar özledim ki .. Yine cam kenarındayıM .. Yine bir yıldıza takıldı gözüM .. En parlak ve bana en yakın olan yıldıza .. Her gece penceremden baktığımda hep gökyüzünde olan yıldıza ***8230;Ve yine her gece olduğu gibi dilek dilediM yaşlı gözlerimle .. SeniN bana gelmeNi .. Eski günlerdeki gibi olmayı dilediM .. Daha kaç gece dilek tutucam Mavi GözlüM .. Kç gece yalvarıcaM Tanrıya .. Kaç gece daha ıslak gözlerimle penceremin kenarında sabahlıycam .. Kaç gece mavi gözlüM .. Kaç gece...
Söyle buldun mu aradığın aşkı..Söyle***8230;
Hani giderkeN .. Son kez vedalaşırken seninle .. Son kez yaşlı gözlerimle yarı yolda bırakırkeN söylediğiN sözleri hatırladın mı?.. Daha büyük bir aşk arıyoruM demi$tiN .. Senin tahmiN edemiyeceğiN kadar büyük demiştiN..BulduN mu tahmiN edemiyeceğiM kadar büyük aşkı ..
Yoksa yalnız mısın sen yine..BeniM gibi boynu bükük gözü yaşlı tek başına..
Yalnız mısıN sende .. Her gece yıldızlardan dilek diliyor musuN .. Bir kişi için hayatını mahvediyor musuN .. bir yanın eksik mi ?.. AyrılığıN acısını anladıN mı ? .. ÇektiğiM acının çeyreğini yaşadıN mı?
Yine eskisi gibi beraber olsak***8230;Ne olur sanki geçenleri unutsak ***8230;Hayat bitse dünya dursa***8230;Ölüm bile olsa biz hiç
ayrılmasak..
__________________
İnanıyorsan savundukLarına, arkasında duracaksın..
gerek yok ceLLada cıkarıLdığında darağacına, tabureye sen vuracaksın !
|
Offline
|
|
|
İşte Gerçek Sevgi... |
|
24.05.08, 19:50
|
#124
|
Site Ondan Sorulur
Üyelik tarihi: Dec 2007
Mesajlar: 411
Tesekkür etmis: 58
Tesekkür almis 175 -> 4.294.967.280 Konu
|
İşte Gerçek Sevgi...
Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu,
öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir
kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı
otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak
cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her
sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı
arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise
ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden
evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına
geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...
Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu...
Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki
yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor
getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında
da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen,
banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da
kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi
onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de
büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir
tedavi sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, ***8220;bütün mutlulukların
bizim olmasını beklemek, bencillik olur***8221; diyerek devam ettiler
hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... ***8220;Senin için ölürüm***8221;
derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adma ***8220;Hayır, ben senin için
ölürüm***8221; diye yanıt verirdi hep...
Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, ***8220;Bir
tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak....***8221; Kütüphanenin ikinci rafında
başka bir not olurdu, ***8220;Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok
sevdiğimi sakın unutma***8221; Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu
notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek,
kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla
karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....
Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun
hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı
yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler.
Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı.
Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı.
Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken,
harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde ***8220;satılık***8221; levhası asılı olan.
***8220;Ne dersin, bu evi alalım mı?***8221; dedi adama. ***8220;Bu viraneyi yıktırır, harika
bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan,
martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı...***8221;
***8220;Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim?***8221; diye yanıt verdi adam.
***8220;Amerika***8217;daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para
olursa olsun, burası bizimdir artık....***8221;
Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor
oldu adam Amerika***8217;ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla.
Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra,
kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu
görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki
evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir
cevap aldı: ***8220;Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi
unut...***8221;
Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da
çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini
söylemesi için yalvardı adama, ***8220;Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur
anlat***8221; diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve
sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton
duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...
Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği
arkadaşına dert yanarken, ***8220;Artık dayanamıyorum, sana söylemek
zorundayım***8221; diye sözünü kesti arkadaşı. ***8220;O, seni aldatıyor. İş yerimin
tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen.
Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya....***8221;
***8220;Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları***8221; diye bağırdı kadın.
Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün,
öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve
peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı
hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde
ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...
Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona
sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar
etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa
geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve
bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, ***8220;son bir kez kucaklamak
isterim seni***8221; diyecek oldu ama kadın, ***8220;defol***8221; dedi nefretle...
İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına
kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın.
Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika***8217;ya yerleştiğini öğrendi. Bazen
yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri
geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin
alması için dua ediyordu.
Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile,
kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle
uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. ***8220;Sen, buraya ne
yüzle geliyorsun***8221; diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. ***8220;Lütfen, içeri
girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor.***8221; dedi genç kadın.
Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: ***8220;Hiçbir şey
göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü.
Geçen yıl Amerika***8217;daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık
bir senelik ömrü kaldğını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi
onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden
uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de
haber vermedi. Birlikte Amerika***8217;ya yerleştiğimiz yalanını yaydı.. Oysa
ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi
görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış,
bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi
istedi...***8221; Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın.
Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden
sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda.
İlk kağıtta, ***8220;Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem***8221; diyordu...
Sırayla okudu; ***8220;Seni çok sevdim***8221;, ***8220;Seni sevmekten hiç vazgeçmedim***8221;,
***8220;Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim.***8221; ***8220;Fakat benim
için ölmeni istemedim***8221; ***8220;Şimdi bana söz vermeni istiyorum.***8221; ***8220;Benim için
yaşayacaksın, anlaştık mı?***8221; son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar
olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:
***8220;Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman
terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım....***8221;
__________________
Hangi ruh seni duydu benim kadar derinden?
Hangi gönülde yandın böyle bir yangınla sen?
Ya benim gözlerimdir seni bambaşka gören
Ya hepsinin gözleri sana görmeden baktı....
|
Offline
|
|
|
|
|
28.05.08, 00:21
|
#125
|
Moderator
Üyelik tarihi: Oct 2007
Mesajlar: 773
Tesekkür etmis: 202
Tesekkür almis 325 -> 219 Konu
|
Paşa gönlün bilir
Paşa gönlün bilir***8230; Hayat her an bir Mecnun çıkarmaz karşına***8230; Kızgın gözlerle nazar etsen de gök kubbenin arşına; bu seyyah-ı fakir artık zor uğrar, sevda alış-verişi bilmez gönül çarşına***8230;
Paşa gönlün bilir ey peri***8230; Zaman kıvrılarak akarken gözbebeklerimden, bir yalan da sen oluverirsin***8230; Gül çağını kuzgunlar devşirirken, köhne ışıkların umarsız gölgelerinde; bendeki ızdırabın bin misli ile doluverirsin***8230; Kim bilir? Tekerrür etmekten bıkmayan kaderin en kuytu köşesinde, açılmaksızın soluverirsin***8230;
Paşa gönlün bilir***8230; Israrın ikrarı getirdiğini kim söylemiş***8230; Kim demiş ki; yalvarmakla inatlar murâd, gözyaşları vuslata götüren sırat olur diye? Haklısın***8230; Yanmakla, bir murâdın sabahına uyanmak aynı şey değilmiş***8230; Belki de bu yüzden, yüreğimdeki o soyut çiçeğin boynu; böylesine eğilmiş***8230;
Paşa gönlün bilir***8230; Hislerimin tazyiki altında ezilmekten korkma hakkını gasbetmiş değilim***8230; Akıl dânesini, gönül toprağına ekmediğin için yadırgamam seni***8230; Kıskıvrak yakalandığım bakışlarından medet ummam bundan böyle***8230; Ellerini ellere uzatışında dokunmaz artık***8230; Beyhude güneşi getirme semalarıma***8230; Ruhumun o mahrem sırrı, hiç kimse tarafından okunmaz artık***8230;!
Paşa gönlün bilir***8230; Büyük davalarda küçük hesaplar gütmedim ben***8230; Belki de bu sebepten kanar hayallerim***8230; Yalnız başıma taşımaktan yüksünmediğim aşk yükünü, gayrı kimseyle paylaşmam korkma***8230; İlhamın kor soluğu ile yanan nidâlara sarmalamam ismini***8230; Âh da etmem ardın sıra***8230; Unutmayı da unuturum belki***8230;
Paşa gönlün bilir***8230; Manisi bol, gözleri sel, gönül esriten yel ve dahi bundan gayrı bana el güzel***8230;! Rast gelişlerin tesadüflerinde yitirdim aklımı***8230; Her hendesi şeklin bir köşesinde bekler oldu keder***8230; Sen benim cânım aldın***8230;! Ecel gelse kapıma***8230; Söylesene, ecel ne der?
Paşa gönlün bilir***8230; Kan tükürdüğüm gecelerin en kesif dakikalarında, perişanım tutar iki yakanı***8230; Gözyaşlarına neylesin, hodbinliğin buzdan kalkanı? Suallerim dizilir şafak vakti, dimağının puslu dağlarına***8230; Ben yetişemedim bu hâlin ifrit oluşuna***8230; Sen çözsen dahi baş gelebilir misin gönül bağlarına?
Paşa gönlün bilir***8230; Olmayanı oldurmak makamından indin diye, çöle dönmüş bahtıma yağacak bir bulutken ânsızın dindin diye kınamam seni***8230; Seni anlatmam artık Akdeniz akşamlarının, rutubet soluyan gecelerine***8230; Kıskandığım hayalini sürgün ederim gözlerimden***8230; Gözlerim takılı kalmış olsa da; gözlerinin öğrettiği sevdâ bilmecelerine***8230;
Paşa gönlün bilir***8230; Fani dünya da bir garip de ben olurum, ne olacak? Hâlimi soranlara anlatmam olanları***8230; Ben böyleyim işte der geçerim çok defa***8230; Mantık ile bir araya da gelmem hani***8230; Neme lâzım***8230;! Kırk yerinden hançerlenmiş gönlüm yeter bana***8230;
Paşa gönlün bilir***8230; Nasıl olsa el yüzüne gülmek kolaydır***8230; Unutulduğumu sezdiğim şu ân, cân meydanımda ateşlerin en son oyunu halaydır***8230; Davul kederin, zurna umarsızlığın***8230;
Paşa gönlün bilir***8230; Ben de kimim ki? Sen doruklarda uç bakalım***8230; Lâkin unutma yer çekimi kanunu ikimize de geçerli ey peri***8230;! Nasıl olsa gökyüzünü gören her mahlûkun sonu; çiğnediğim o kara, o göz göz yara toprakta nihayet bulacak***8230; Paşa gönlün bilir***8230; Her gece, saatler 03.20***8217;yi gösterirken o sefil hayalim uykularını çalacak***8230;
Paşa gönlün bilir***8230;
__________________
İnanıyorsan savundukLarına, arkasında duracaksın..
gerek yok ceLLada cıkarıLdığında darağacına, tabureye sen vuracaksın !
|
Offline
|
|
|
|
|
28.05.08, 13:49
|
#126
|
Moderator
Üyelik tarihi: Oct 2007
Mesajlar: 773
Tesekkür etmis: 202
Tesekkür almis 325 -> 219 Konu
|
Kapıyı vurup gidişinin ardından, bende "gitmelerin" üzerine kapadım tüm kapıları***8230;
Benden gittiğini sandın ya hani, kitledim umutlarımı sanmaların üzerine***8230;
Gitmemişsin gibi, hiç bitmemişsin gibi uyudum sana dün***8230;
Uykumda içim ürperdi***8230;
Rüyamda bile sen yoktun***8230;
Gerçekliğini yaşattığın her ne varsa alıp, düşlerime kattın ve öylece gittin***8230;
Beni karmaşıklığının içine hapsedip, ellerini çektin***8230;
Şimdi bir sen yoksun birde sendeki ben yok***8230;
Ve yine benim, yine sensiz yine bomboş yine darmadağın***8230;
Düşündüm de "yok" olan çok şey var artık***8230;
Önce sen yoksun***8230;
Sonra senin bana kattıkların yok***8230;
Her şey senden öncesi***8230;Senden sonrası hiç yok !
Bir hiçlik bana kalan !
Sorma yok olanları, dokunuyor !
Var olanların zamanı şimdi !
Sensiz bir "ben" var***8230;
Hüzüne karışmış umutlar var***8230;
Beni içime küstüren, sende tükenen bende bitmeyen sevgim var !
Dinmeyen yağmurlarım var***8230;
Anlattırma var olanları, canım yanıyor !
Kalemimin her darbesi gözyaşı misali***8230;
Kalbimde sayısız cam parçaları***8230;
Kırılmışım, dökülmüşüm***8230;
Kendi kendime kalmışım başı boş sokaklarda***8230;
Yok olanlara var olanları karıştırıp, susmuşum aynada ki halime***8230;
Ve yine;
Sessiz bir köşede, kendimden düşmüşüm***8230;
Ve yine;
Yüreğimde biryerlerde kaybolmuşum***8230;
__________________
İnanıyorsan savundukLarına, arkasında duracaksın..
gerek yok ceLLada cıkarıLdığında darağacına, tabureye sen vuracaksın !
|
Offline
|
|
|
|
|
28.05.08, 18:28
|
#127
|
O Artik Bizden
Üyelik tarihi: May 2008
Yaş: 61
Mesajlar: 19
Tesekkür etmis: 3
Tesekkür almis 6 -> 4 Konu
|
BİR YALNIZLIK GECESİNİN VEHİMLERİ- Necip Fazıl KISAKÜREK
***8230;***8230;***8230;***8230;***8230;***8230;***8230;***8230;***8230;..
"Büyükbabam gözümün önünde öldü. Yorganın altından fırlamış, yeşile çalan sarı renkte kupkuru bir ayak... Buruşuk bir yorgan... Arkasına yastıklar doldurulan hasta, yatağa yarı oturmuş vaziyette, baygın gözleriyle uzak, göz alabildiğine uzak bir âleme dalmış...
Tam bu vaziyette, enseye incecik bir iplikle bağlı gibi duran kafanın göğse düşüşü...
Ne o? Gayet ufak bir hâdise!... Bir baş göğüse düştü... Bu adam öldü mü? Bu adam yok mu artık?
Nasıl olur? Ömrü buna göre ne hâdiselerle dolu olan bu adamın bu kadar ufak bir hareketle içimizden büsbütün gittiğine, yok olduğuna nasıl inanırız?
Mümkün değil, çıldırırız, yine inanmayız. Halbuki çıldırmayız. O halde inanır mıyız? İnanmayız da... Hattâ öyle anlarımız olur ki, "bak bak, deriz; şimdi, şimdi kapı açılacak ve büyükbabam içeriye girecek sanıyorum!" İnanmayız da, onsuz yaşamaya nasıl razı oluruz? Razı da olmayız. Herşeye rağmen onsuz yaşamaya alışmamak elimizde değildir. Ah, alışmak!... Hislerimizin şimşeğini bir saniyenin ummânında bir katre kadar yaşatıp yutan dipsiz uçurum...
***8226; ***8226; ***8226;
Bu şeylerin üstünden yıllar geçtikten sonra o kadar korktuğum bu evde, yapayalnız, bir gece geçirdim. Yapayalnız bir gece, o kadar korktuğum bu evde... Eski uğultulu âlem sanki bacalardan ve pencerelerden süzülüp gitmişti. Ölenlerle kalanların birbirinden farkı yoktu. Mademki biri yaşadığı halde yok olabiliyordu, öbürü de yok olduğu halde yaşayabilirdi.
O gece hayâlimde sağlarla ölülerin birindeki varlık, ötekindeki yokluk esasları öyle bir birleşmişti ki, ateşi kırk dereceyi geçen bir hastanın vehim dediğimiz ölçüsüz hassasiyetiyle, ölüleri dirilerden daha mükemmel ve tam bir fiilin şartları içinde yaşıyor farzettim.
Odamın kapısını, küçüklüğümden kalma tabiî bir sevkle sımsıkı kapamış ve eski bir konsol üzerinde duran altı mumlu iki şamdanın bütün mumlarını yakmıştım. Odanın bir köşesinde bir koltuğa gömülmüş, düşünüyordum. Derin bir suda yüzerken bir anda altında kaç kulaç su bulunduğunu düşünüp bütün kuvvet ve cesaretini kaybeden bir yüzücü gibi, o anda benden başka içinde kimse bulunmayan yirmi odalı evi düşünüyor ve korkup korkmadığımı kendime soramıyordum. Ta karşımdaki duvarda, kızkardeşimin ufak bir fotoğrafıyla, büyük babamın adam boyu, yağlı boya bir resmi vardı. İki ölünün resimleri...
Gözlerim resimlerden mâziye aktı. Kızkardeşim elinde hafifçe ısırılmış bir elmayla yanıma geldi ve bir ayağını arkaya, bir elini omuzuma atarak yalvarmaya başladı: - Kuzum ağabeyciğim, büyükbabamın sana verdiği bir lirayı ver de, sana bu elmayı vereyim. Biraz ısırdım amma ziyânı yok..
***8226; ***8226; ***8226;
Büyükbabamın ölüsünü hamama koymuşlardı. İşte halamın oğluyla beraber ölüyü görmek için bahçeye çıktık ve hamamın yüksek penceresine bir merdiven dayayarak içeriye göz attık. Çocuk merakı... Büyükbabam, teneşirde upuzun yatıyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar baktığım ölüden bana çarpan şey, yalnız sakalları; sapsarı derisinin üstünde tane tane yapıştırılmış gibi duran seyrek ve beyaz sakalı oldu. Ölü bir tenden fışkıran, kurumuş otlar gibi ölü ve kıvırcık teller... Yıllar önce ölmüş bir insanın toprak altında çürümüş eczasını birleştiren muhayyilem, onu diriltti de... Birden sezdim ki, oturduğum oda büyükbabamın sağlığında hiç çıkmadığı, işte tam şu karşıki kanepede Fuzulî Divanını okuduğu oda... Büyükbabam köşesinde, Fuzulî Divanını okuyor... Aman Allahım, o sakal, o sakal... Seyrek, beyaz, kıvırcık... Gözlerinde gözlüğü... Kitabın, kenarları yenmiş siyah kabında tırnaklarının çizgisine kadar tanıdığım uzun, ince, fildişi gibi solgun parmakları duruyor. Elbisesi, ayakkabıları, o, o, Büyükbabam... Bir anda tam ve katı bir hakikât elbisesine bürünmüş zehirli bir duygu, tıpkı çukuruna giren bir bilye gibi beynime oturdu ve kulağıma şöyle fısıldadı:
- Kim demiş sanki, ölüler yaşamıyor? Şu anda sen Büyükbabanı ta karşında görmüyor musun? Yaşasaydı nasıl görecektin? Yine böyle, değil mi? O zaman belki biraz daha açık, daha tabiî, varlığına daha inanmış olarak görecektin! Mâdemki şimdi onu müphem de, bulanık da olsa yine görebiliyorsun, bu görüşün biraz daha tekâmül ettiğini farzet! Biraz daha tekâmül, biraz daha tekâmül... Tekâmülün hududu var mıdır? Boyuna tekâmül... Ne oldu? Büyükbaban bütün varlığıyla karşında, değil mi? Karşındaki vücuda inanıyorsun! Şimdi kalk ayağa, yürü Büyükbabana doğru! Yaklaş, uzat parmağını! Gözlerin öyle ayân görüyor ki, parmağını uzattığın zaman bir cisme değeceğinden eminsin! Dur şimdi, sakın bu emniyet hissini kaybetme; bu hissin üzerinde dur! Tekâmül, biraz daha tekâmül... Tekâmülün hududu yoktur. İşte elin bir maddeye değdi. Büyükbabanın ellerini tuttun! Sesini duymaya gelince, onun sesi çoktan beri kulağında... Dinle, sana ismini söylüyor! Kulak ver, buldun mu o sesin âhengini? Hiç kaçırma! Bu duygunun üzerinde ısrar et! Tekâmül... Ve işte konuşmağa başladın. Onunla konuşuyorsun! Görüyor, dokunuyor ve işitiyorsun! Demek ki, Büyükbaban yaşıyor. Bu kadar açık gördüğün, ellerini avucunda tuttuğun ve sesini beyninde dinlediğin bir vücut var değilse, o halde hiçbir şey var değil.. Bana var olan bir şey göster! Meselâ şu masa... Ben diyorum ki, masa yoktur! Gözünle görüyorsun, değil mi? Gözünle gördüğün şeyin o olduğunu ne biliyorsun? Çünkü elinle de dokunuyor, vurduğun zaman sesini kulağınla da duyuyorsun! Beş duygunla birden onun varlığını kaydediyorsun. Halbuki tutmak ayrı, görmek ayrı... Tuttuğun şeyi nasıl görebilirsin? Duymak ayrı, tutmak ayrı... Duyduğun şeyi nasıl tutabilirsin?
Bütün bu anlayış vâsıtaları, birbirini kontrol etmek hakkına mâlik değil... Hepsi kendi cinslerinden bir vâsıtayla ayrı ayrı kontrole muhtaç... Beş duygumuzun müşterek ve tek bir duygu halinde, bir varlığın künhüne yalnızca varabilen bir altıncısı nerede?
Farzet ki, gözün kör, kulağın sağır, uzviyetin de, donmuş bir parmak gibi dokunduğu yerin temasını hissetmeyecek kadar uyuşuk... Şimdi senin için dünya boşluk gibi bir şeydir. Fezanın ta kendisidir. Yere basmıyorsun, çünkü ayakların duymuyor. Gözün görmüyor ve kulağın işitmiyor. Havada yürür gibi yürü! Önüne bir duvar geldi. Çarp!... Ne malûm çarptığın? Çarptığını duymayacaksın ki, duvar yoluna engel olabilsin. Sen kendini yürür farzettikten sonra yürümediğini sana kim ispat edecek? Yere düştün! Ne malûm? Sen kendini, yerde yattığın halde bile göğe doğru bir yol istikâmetinde yürüyor bildikten sonra... Hissediyor musun? Bak, bir kaç duygunun iptaliyle kâinat ne hale giriyor? Fizik varlıklar nasıl hacimsiz bir satha ve sonra satıhsız bir fezaya doğru gidiyor? Hani bunların hepsi vardı? Birkaç hissimiz iptâl edilir edilmez nereye gittiler? O hâlde yok, değil mi, hiçbir şey yok... İster öyle diyelim, ister herşey var diyelim. Herhalde herşey var diyelim. Gözümüzün görmeyeceği ve kulağımızın duymayacağı şekilsiz vücutlar ve vücutsuz şekiller var... Bilhassa ölüler ve mâzi var... Hassasiyetimiz bir kere tabiînin üstüne çıkınca bizim için yepyeni bir âlem başlayacaktır. Girelim o âleme! Orada kaçırılmış bütün ânlarımızı, mazimizi ve ölülerimizi bulacağız. Sağır bir odaya kapandığımız zaman dışarıda uğuldayan şehirden ne kadar eminsek, ölülerimize de o kadar inanalım! İçinden bir kere geçip, bir daha görmediğimiz bir sokakla, bir ölünün farkı ne? O sokağı görmediğimiz ve bir daha görmeyeceğimiz halde yerinde sanıyoruz da, ölülerimizi, belki göreceğimiz halde yok biliyoruz. Bir inanış farkı...
Ölüler yaşıyor, ânlar yaşıyor; bütün hisler, fikirler, heyecanlar fezada, aklın gidemeyeceği kadar uzak ve başka bir iklimde ve muallâkta, dumandan buz haline geçmiş billûr ve sivri kayalıklar şeklinde yaşıyor, herşey yaşıyor..."
|
Offline
|
|
|
|
|
28.05.08, 18:30
|
#128
|
O Artik Bizden
Üyelik tarihi: May 2008
Yaş: 61
Mesajlar: 19
Tesekkür etmis: 3
Tesekkür almis 6 -> 4 Konu
|
DÖRT KÖŞE MEYDAN- Necip Fazıl KISAKÜREK
***8230;***8230;***8230;.
Yarabbi; (11 Mayıs 1953 Pazartesi akşamı, Ankara Hapishanesi revirinde dişçi odası, saat 7.30) bu satırları karaladığım, şu anda, senden, bu dünya cehennemine bir kartpostala bakar gibi, yanmadan ve kavrulmadan, sadece ibret ve haşyet gözüyle baktıracak ruh kuvvetini istiyorum. Yarabbi, bu kuvveti bana ver; ve içinde yandığım alevleri, onlardan alınacak ders ve ahlâk mahfuz, içimde kartpostallaştır! Onu kendime ve bütün dünyaya, senin için, hikmetlerin adına, emniyet ve hâkimiyetle gösterebileyim...
Ah, bu dört köşe meydanın, çepçevre dört çizgi halindeki yollarında duyduklarım!.. Eğer Allah ile aramdaki sırların hududunu örselemek korkusu olmasaydı, birkaç kelimeyle sizi fena edebilirdim. Tek kelime dinleyemez hâle gelir ve etinizden kılçık çeker gibi, bu bahsi kafanızdan atmaya, çıkarmaya, itrah etmeye, kayyetmeye mecbur kalırdınız.
Var ne, yok ne, ayniyet ne, zıddiyet ne, tek ne, çift ne, adet ne?...
"- Hiçbir nefse takatından fazla yüklemem!"
Buyuran Hakka ne diyebilirdim?.. Çekiyordum, çekecektim. Halimden sadece (fizyolojik) bir iki tezahür kaydedeyim: Sinirlerim o hâle gelmişti ki, dört köşe meydanın pencerelerinden gözüme çarpan Malatya ışıklarını sarımtırak beyaz değil de, kırmızı, kan rengi kırmızı görüyordum. Süt beyaz kara baksam yine o renk... Ve dehşetler içinde görüyordum ki, yatağımda veya dışarıda ve daima herkesten gizliyordum ki, gözyaşları, artık gözümden, (firijider)den çıkmış gibi, buz gibi gelmektedir. Katiyen insanı kandırmıyan ve cümudî bir bünyeden sızdığı hissini veren bu soğuk, buzdan soğuk göz yaşlarını, 40 küsur yıllık hayatımda ilk defa olarak, Malatya'da görüyordum. Bir müddet sonra, Kâinatın Efendisine, Peygamberlerin Başbuğuna ait bir düstur olarak öğrendim ki, en makbul gözyaşı, ruhanî gözyaşı buymuş; gözden buz gibi gelen yaş... Fakat ben kendimi böyle bir hâle lâyık görmediğim için teselli hissemi çıkaramıyordum.
Bu hâlin, farkındasınız, ruhî arazlarını tam anlatamıyorum; onlar bende kalacak, belki tohumlaşıp, nice esere gövde verecek, fakat aslâ oldukları gibi gösterilmeyecek ve dudaklarımın ucunda kalmış olarak benimle mezara girecektir. Fakat sakın bunları, telâfisi derhal mümkün ve çoğu maddeye bağlı dünya sıkıntılarına ait şeylerden doğma sanmayın!
Elektrikleri kesilmiş evim, açlığa bırakılmış çocuklarım, matbuat isimli esatirî yalan ve tezvir makinesine duyduğum hınç, dâvamızı içeriden ve dışarıdan sürükledikleri çıkmaz, çamaşırlıktaki namaz takkelerine kadar didiklenen Müslümanların hâli, artık bana "Mektubunu aldım, fakat ürküyorum, cevap veremem" demekten bile korkan dostların vaziyeti... Bütün bunlar belki sıkıntılarımın başıydı, ilk kritikleriydi. Fakat yangın çıktıktan sonra bunlara yer kalmadı. Bunların hepsi birden ikinci plâna geçti. Sadece ilâhî hikmet, mücerred çile, yanmak için yanmak, Allah için yanmak... Bunlar kaldı. Bunlar ve ben... Bulunmazı bulmaya, düşünülemezi düşünmeye, muhali kurcalamaya mahkûm ben:
-Nokta ne, çizgi ne, satıh ne, cisim ne, renk ne, ışık ne, ruh ne?.."
|
Offline
|
|
04.06.08, 14:26
|
#129
|
Mp3 Avcisi
Üyelik tarihi: May 2005
Mesajlar: 1
Tesekkür etmis: 0
Tesekkür almis 0 -> 0 Konu
|
hiç bişi anlamadım :P
|
Offline
|
|
|
erkek erkege |
|
07.06.08, 15:20
|
#130
|
Moderator
Üyelik tarihi: Oct 2007
Mesajlar: 773
Tesekkür etmis: 202
Tesekkür almis 325 -> 219 Konu
|
erkek erkege
2 haftalık evli bir çift.. Adam bir akşam yalnız başına çıkıp arkadaşlarıyla eğlenmek ister.. Karısına; "Sevgilim, ben çıkıyorum" der.
Evden çıkmak üzere kapıya yöneldiği sırada karısı sorar; "Nereye gidiyorsun hayatım?"
Adam soruya duraksamadan; "Bara gidiyorum bi tanem arkadaşlarımla bişeyler içeceğiz.." diye yanıt verir.
Karısı hemen sevecen bir ses tonuyla "Aman da aman benim kocacığım içki mi istiyormuş!" diye hemen minibar'a koşar ve 12 ülkeden 25 degisik içki çeşidini adamın karşısına koyar...
Adam bunun üzerine; "Benim düşünceli tatlı sevgilim. Çok teşekkür ederim, ama barda... Biliyorsun.. Buz gibi bardakta...."
Adam daha cümlesini bitiremeden kadın hemen mutfağa koşar, derin dondurucudan çıkardığı bardağı koşa koşa adama getirir.. "Aman da aman benim aşkım içkisini buz gibi bardakta mı içmek istiyormuş.. Al bakalım." diyerek bardağı adama verir.
Adam şaşırmış vaziyette; "Benim güzel kurabiyem. Ama barda buz gibi içkimi içerken yanında yediğim çerezler. Bilsen canım nasıl çekti. Sana söz, 2-3 saat içinde döneceğim."
Kadın; "Aman da aman benim canımın içi kocacığım çerez mi istiyormuş." der ve koşa koşa içeri gider.
Döndüğünde bir tepside 15 çesit çerez, fıstık, fındık, ne ararsanız tabaklara koyup adama getirir. Adam artık dudaklarını ısırmaya başlamıştır ve son bir güçle kadına der ki; "Ama benim güzel meleğim, barda biliyorsun hani arkadaş arkadaşa ortamda. Erkek erkeğe bi muhabbet vardır bilirsin, hani biz kendi aramızda biraz "rahat" konuşuruz.." der.
Ve bunun üzerine kadın ona gülümser; "Aman da aman benim bitanecik kocacığım erkek erkeğe rahat muhabbet etmek mi istiyormuş. O zaman... bana bak oğlum! al şu lanet olası ıçkini bardağına doldur ve çerezlerini de ye zıkkımlan, hiçbiryere gitmiyorsun anladın mı? koççççum!!!!!"
__________________
İnanıyorsan savundukLarına, arkasında duracaksın..
gerek yok ceLLada cıkarıLdığında darağacına, tabureye sen vuracaksın !
|
Offline
|
|
Konuyu Toplam 5 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 5 Misafir)
|
|
Seçenekler |
|
Stil |
Normal
|
Yetkileriniz
|
Yeni Mesaj yazma yetkiniz aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz aktif değil dir.
HTML-KodlarıKapalı
|
|
|
Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 01:31 .
|
|