Banned
Üyelik tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 247
Tesekkür etmis: 165
Tesekkür almis 213 -> 109 Konu
|
Uğur Mumcu'nun Kaleminden Terörün Tarihcesi
Uğur Mumcu'nun Kaleminden Terörün Yakın Tarihçesi...
İz sürerken...
1960 sonrası, ''antiemperyalist'' bilinçle yetişen yükseköğrenim gençliği, ''petrol ve madenlerin millileştirilmesi'' , ''bağımsız dış politika'' gibi konuları savunarak, yasal yollarla seslerini duyurmaya başladılar: Gençlik, ulusçu, toplumcu ve devrimci bilinçle halkı uyarmaya ve uyandırmaya çalışıyordu.
Karşı eylem planlandı hemen.
Aynı dönemde, bir siyasal partiyi ele geçiren Alpaslan Türkeş ve arkadaşları, ''komando kampları'' adı verilen silahlı eğitim merkezlerinde bazı gençleri ''milliyetçi-toplumcu'' öğretiyle yetiştirmeye çalışmaktaydı.
Bu örgütlenme biçimi, açıkça Siyasi Partiler Yasası'na aykırıydı. Fakat devir Süleyman Demirel devriydi ve bu devrin Başbakanı:
- İti ite boğduruyorum gerekçesiyle, ülkede çıkacak bir sağ-sol çatışmasından çıkar ummaktaydı.
Kanlı öğrenci çatışmaları bundan sonra başladı. Cinayetler birbirini kovaladı. Sokak ortalarında, üniversite yurtlarında vurularak öldürülen öğrencilerin hiçbirinin katili bulunamıyordu. Üstelik olaylar bütün şiddetiyle sürdürülüyor ve devrin sorumlu hükümeti, bir ''kapalı tribün'' seyircisi gibi olup-bitenleri göz ucuyla izlemekle yetiniyordu. Böylece günden güne, üniversiteler birer savaş alanına dönüştü. Silahlı baskınlar, sokak ortasında vuruşmalar sürüp durdu.
Hükümetin sorumsuz başı aynı günlerde:
- Sokaklar yürümekle aşınmaz diye önemsemez görünüyordu olup bitenleri. Fakülte sınırlarını aşan öğrenci olaylarını önlemek gerekçesiyle, polis birlikleri yanında, Silahlı Kuvvetler'den de askeri birlikler çağrılmakta, böylece ''asker-öğrenci'' çatışması yaratılabilmesi için gerekli ortam oluşturulmaktaydı.
Bunlar, toplum olaylarının ortaya çıkarttığı basit rastlantılar mıydı, yoksa gizliden gizliye uygulanan bir ''plan'' ın gerekleri miydi? Olayları, geriye doğru dönüp değerlendirdiğimizde, bu ikinci olasılığa ağırlık vermek akla yakın gelmektedir. Bir de, olayların içindeki ''kışkırtıcı ajanlar'' teker teker saptanınca, bazı gerçekler iyice su yüzüne çıkmaktadır. İstenmiştir, körüklenmiştir bazı olaylar. Hiç şüpheniz olmasın.
Bu tür olayların akışı ile 12 Mart gününe gelindi.
(Yeni Ortam, 13 Kasım 74, Sormayalım mı?)
İnsanlar, insanlar niçin hapis yatar? Niçin acı çeker, niçin? Ziverbey köşklerinden, Hattı Hümayun denen işkence karargâhlarından geçer, niçin?
(Dikili konuşması, 12 Temmuz 1986)
12 Mart 1971 tarihinden sonra kendilerine devlet zoruyla ''Atatürkçülük'' etiketi yapıştıran yetkili ve etkililerin gölgeleri altında kurulan ''Kontrgerilla'' örgütü, önce işkence yöntemleriyle suç ve suçlular yaratmış, bundan sonra da yeniden saldırılar düzenleme görevini üzerine almıştır.
Bu yasadışı örgütte bulunanların adları birçok sorumlularca bilinmesine rağmen, bu ''cunta karargahına'' kimse elini sürememiştir!
(Yeni Ortam, 19 Şubat 1975, Güç Günler)
Kontrgerilla var mıdır yok mudur? Bu tartışma 12 Mart döneminde ünlü Ziverbey Köşkü'nde sorgu yapan görevlilerin işkenceli sorgulardan geçirdikleri sanıklara ''Burası kontrgerilla teşkilatıdır. Burada kanun yoktur'' diye gözdağı vermeleri ile ortaya çıkmıştır. Bu yüzden, ''Kontrgerilla var mıdır yok mudur'' tartışmalarına işkenceli sorgulardan başlamak gerekir.
Ziverbey Köşkü'nde birçok seçkin aydını, kurmay subayı ve generali sorguya çeken ve sorgulara ''Burası kontrgerilla teşkilatıdır'' diye başlayan bu görevliler, yetkilerini hangi yasadan alıyorlardı ve niçin ''Burası kontrgerilla teşkilatıdır'' diyorlardı?
(Cumhuriyet, 28 Ocak 1986, Kontrgerilla)
''Kontrgerilla'' , Amerikan Silahlı Kuvvetleri tarafından yönetilen Panama'daki ''Antigerilla okulu'' ile Washington'da ''Uluslararası Polis Akademisi'' nde okutulan bir dersin adıdır. Bu derslerde, solcu ayaklanma ve devrimci eylemlere karşı alınması gereken tedbirler konu edilmektedir.
''Kontrgerilla'' üzerinde yazılan kitaplarda yer alan siyasal değerlendirmelerde, Amerika'nın bütün yoksul ülkeler halklarını birer ''rehine'' olarak tuttuğu ve bazı ülkelerde de, reform girişimlerini istediği ölçüde tutmak gibi taktikleri olduğu da yazılmaktadır.
(Cumhuriyet, 3 Nisan 1976, Kontrgerilla Taktikleri)
Şili'de, Bolivya'da, Uruguay'da ve Yunanistan'da faşist darbeleri yöneten subayların çoğu Panama Kanalı'ndaki ''Antigerilla Okulu'' yetiştirmeleridir. Son on yılda girişilen askeri darbelerin amaç ve yöntemleriyle birbirlerine benzemeleri ve darbeden sonra uygulanan işkence yöntemlerinin de birbirinin aynı olması, bu bakımdan şaşırtıcı olmalıdır.
12 Mart 1971 tarihinden sonra kendilerine ''kontrgerilla'' adı verilen örgütün uyguladığı işkence yöntemleri, Şili'de, Uruguay'da, Yunanistan'da uygulananların aynısıdır.
(Yeni Ortam, 21 Ocak 1975, Necmettinler')
'' Antigerilla Okulu'' nun Türkiye'deki ''şubesi'' olan ''Kontrgerilla'' adlı gizli örgüt kimlerden oluşmaktadır? Bazı yasal yetkileri üzerlerinde taşıyarak bu örgütte çalışanların kimliklerini, devletin bazı yetkilileri bilmektedir. Bu adları 12 Mart'ın karanlıklarına gömmeye kimsenin hakkı yoktur. Hiçbir sünger, bu adları belleklerden silmemelidir.
(Yeni Ortam, 27 Ocak 1975, Size Başvuruyorum)
12 Eylül öncesini yaşadık. Türkiye'de 30-35 yıl ele alınırsa her 4 yıla bir genel seçim, her üç yıla bir sıkıyönetim, her 10 yıla bir askeri yönetim düşüyor.
Bu demektir ki; biz demokrasi denen sistemi benimsememişiz, uygulamamışız, anlaşamamışız, algılayamamışız. Bir ülkede 10 yılda bir ihtilal olur, bir başbakan, yine iki bakan ipi çekilir. İki yıl sonra bu ihtilali yapan kadronun içinden bir kurmay albay ve bir binbaşı ipe çekilir. Daha sonra üç genç ipe çekilir ve daha sonra idam sehpaları kurulursa ve daha sonra 5 bin cinayetin dosyaları mahkemelerde üst üste gelirse, o zaman ülkede işlemeyen bir şey, anormal bir gelişim var demektir..''
(Almanya konuşması, 1984)
Türkiye'de bir terör dönemi yaşadık. Bu terör dönemini bir bize yakın bir iktidarla yaşadık, bir de bize düşman bir iktidarla yaşadık. Her iki iktidarın da olaylara bakış açısına tanık olduk. Ben Uğur Mumcu olarak ruhsatlı, emniyeti açık tabanca taşımaktaydım. Her an bir saldırı beklemekteydim, 12 Eylül'e kadar böyle yaşadım.
Her gün bir arkadaşımız öldürülmekteydi. Hiç unutmam, Doçent Bedrettin Cömert, gazeteye yazı getirdi, ertesi sabah öldürüldüğünü öğrendik. Bir gün sonra da cenazesini kaldırdık. Doğan Öz, yiğit bir savcıydı, Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı, yakın arkadaşımızdı. MHP ve ülkücü örgütlerin üstüne gittiği için kapısı önünde pusu kurularak öldürüldü
Bunları yaşadık her gün.
(Almanya konuşması, 1984)
Bu bir karanlık dünyadır, bu karanlık dünya en dip köşelerine kadar aydınlanmadan, Türkiye'de devletin, demokrasinin, anayasal düzenin sağlıklı işlemesine hiç mi hiç olanak yoktur. Bir devlet ki, yurda iki yılda sokulan iki buçuk milyar liralık silahın teröristlere nasıl sağlandığını bile araştırmaz, araştıramaz; bu devletin terorizmi önlemesi düşünülemez. Önce bu konu aydınlığa kavuşacak: Bu silahları yurda kim sokuyor? Terorizmi kim ''finanse'' ediyor? Kim ödüyor bu iki buçuk milyar Türk liralık silahın parasını? Kim, kimler?..
(Cumhuriyet, 22 Mayıs 1980, Son saldırı)
Gerçek sorumlular yirmi yaşındaki katiller değil, onlara bu silahları veren, yüreklerine bu kör kini dolduranlardır. Gencecik çocuklar bunlar. On dokuz yaşında, yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, babaları, dedeleri olacak yaşta insanların gözleri önünde öldürülüyorlar. Savcısı, yargıcı, politikacısı, yazarı, çizeri, profesörü, doçenti ve sokaktaki vatandaşı ile yaşıyoruz bunları bir bir. Elimizden de hiçbir şey gelmiyor. Bir kanlı serüven izler gibi izliyoruz bunca olayı. Elimiz kolumuz bağlı sanki.
(Cumhuriyet, 23 Şubat 1977, Vur Öldür Yaşatma)
Terörün amacını bilmeyen kalmadı. Kargaşa ortamı içinde bir ''iktidar boşluğu'' yaratmak, sonra da bu boşluğu ''otoriter yönetim'' görüntüsü altında bir ''faşist diktatörlük'' kurarak doldurmak. Bunun için toplumdaki bazı kesimleri alabildiğine silahlandırıyorlar. Silahlı sağ, siyasal partilerin yönetim birimlerine kadar uzanıyor.
Acımasızca işlenen cinayetlerle solda tepkiler oluşturmak ve bundan sonra da bu tepkilerin duygusal çalkantısı içinde sol kesimin bazı gruplarını silahlı eyleme itmek planı, çok açık ortada!..
- Sağ da sol da silahlı.
Askeri müdahaleler için en beylik gerekçelerden biri budur!.. Sağın ve solun silahlanması, silahlı grupların çatışması, bu çatışmaların bir türlü durdurulamaması, otoriter rejim özlemcilerinin abarta abarta ve ballandıra ballandıra kullandıkları gerekçelerdir.
(Cumhuriyet, 1 Kasım 1978, İşin Başı)
Rıfat Yıldırım, Bedrettin Cömert'i öldüren katil, Frankfurt'ta istasyon yakınında bir dükkânda eroinle yakalandı ve itiraflarda bulundu, ''Ben ülkücü örgüt adına bu eroin kaçakçılığını yapıyorum'' diye. Çok ünlü Türkler; Oral Çelik, Abdullah Çatlı, Abdi İpekçi'nin öldürülmesinde silahı sağlayan, planı yapan Mehmet Şener, bunlar da uyuşturucu madde kaçakçılığı yapmakla suçlanıyorlar.
|