Geri git   A-Z ye Herkonu > Politika-Ekonomi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
 
 Aforoz, tekfir ve düşkünlük
Alt 12.01.08, 10:48   #1
hahuer
Herkonu.com Fanatik
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 160
Tesekkür etmis: 35
Tesekkür almis 46 -> 28 Konu
Standart Aforoz, tekfir ve düşkünlük

Taha AKYOL Objektif

Aforoz, tekfir ve düşkünlük

Başbakan Erdoğan bugün Ankara'da Alevi iftarına katılacak. Reha Çamuroğlu'nun öncülük ettiği iftara çok sayıda Alevi dernek ve vakfı karşı çıkıyor.
Ben bir köşe yazarı olarak sadece Türkiye'de farklı kimlikler arasında ilişkilerin gelişmesini savunurum. Bu yöndeki her gayreti desteklerim.
Bu açıdan, Sünni itikadına mensup Başbakan'ın Alevi iftarına katılmasını olumlu bulurum. Hatta yıllarca, asırlarca gecikmiş bir tavrın yerine getirilmesidir bu.
Elbette karşı çıkan, protesto eden Alevi kuruluşları da olacaktır. Herkes aynı fikirde olamaz.
Tercih hürriyeti sadece demokrasinin değil "özgür birey" olmanın temel değerlerinden biridir.
Ancak, siyasi tavır başkadır, tavrın itikadi bir yaptırıma dönüştürülmesi başkadır.

Dairenin dışına çıkmak!
Çeşitli Alevi kuruluşları Alevi iftarına Başbakan'ın katılmasına elbette siyasi olarak karşı çıkabilirler, bu onların demokratik hakkıdır. Ama iftara katılanlara, Alevi itikadında çok ağır bir dinsel ceza olan "düşkün ilan etme" gibi bir yaptırımın uygulanması, katılanların üzerinde böyle itikadi bir baskı kurulması yanlıştır!
Sünni İslamdaki "tekfir", Alevi İslamdaki "düşkün" ve Hıristiyanlıktaki "aforoz" müesseseleri, aralarında farklar olmak beraber, benzerdirler: 'Farklı' davranan ve düşünen kişi itikadın ve toplumun dışına itilmekte, cemaatten atılmaktadır!
"Özgür birey" kavramına aykırıdır; "kapalı toplum" âdetleridir bunlar!
Demokratik ve liberal "açık toplum" anlayışıyla asla bağdaştırılamaz.
Totaliter siyasi hareketlerdeki "partiden atma" cezasını da bu arada hatırlamak gerekir. Ait olduğu toplumun, cemaatin, veya inanç dairesinin dışına atılmak öyle ağır bir yaptırım ki, intihar edenler olmuştur!.. Hatta ajan, casus, hain olduğunu "itiraf" edenler bile olmuştur, hiç olmazsa öldükten sonra adını 'temizlemek' için!
Avrupa'daki "aforoz" hakkında genel bir kanaatimiz vardır.
Değerli tarihçi Ahmet Yaşar Ocak'ın "Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhitler" adlı kitabını hararetle tavsiye ederim; nasıl bir baskı oluşturduğunu görmek için... Ocak'ın kitabının alt başlığı çok önemlidir: "Dairenin Dışına Çıkanlar."

'Kolektif ceza!'
Alevilik tarihte devlet itikadı olmadığı için, "dairenin dışına çıkanlar" hakkındaki yaptırım devlet tarafından değil, "cemaat" tarafından "düşkün ilan etme" biçiminde uygulanmıştır. Düşkün ilan edilen kişi, belli sürelerle veya ömür boyu, cem törenlerine alınmaz, o köyde, o mahallede barınamaz, kendisiyle evlenilmez!
Aforoz veya tekfirin 'toplumsal' versiyonudur bu!
Modernleşme sürecinde 'birey' fikri oluştukça bu tür "kolektif cezalandırma"lar hem hukuk sistemlerinden hem itikat sistemlerinden zamanla siliniyor, 'literatür'de kalıyor.
Bugün bir Sünni ile Alevinin evlenmesini kim "düşkünlük" veya "tekfir" sebebi sayabilir!
Siyasette neden farklı tercihler, 'evlenmeler' olmasın?
Sünniler, Aleviler, Kürtler... Sağcı, solcu, liberal, sosyalist, muhafazakâr, küreselci, antiküreselci olamazlar mı? Sırf dini ve etnik kimliklerinden dolayı bir 'kabile' gibi herkesten aynı siyasi davranışı istemek ve "dairenin dışına çıkanlar"ı 'hain, dönek, zındık, düşkün' ilan etmek 'özgür birey' kavramına aykırı, 'kolektivist' davranışlardır.
__________________
http://www.hahuer.azbuz.com
Offline   Alıntı ile Cevapla
 
Alt 12.01.08, 10:50   #2
hahuer
Herkonu.com Fanatik
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 160
Tesekkür etmis: 35
Tesekkür almis 46 -> 28 Konu
Standart

Aforoz
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Aforoz, Türkçeye Yunancadan geçmiştir. Dini bir kınamadır. Aşağıda sıralanan bazı yetkilerden yoksun bırakma veya da bu yetkileri askıya almaktır dinî toplumlarda. İngilizce ***8220;excommunication***8221; olarak geçen kelime tam olarak ***8220;out of communication***8221; veya da ***8220;no longer in communication***8221; yani ***8220;iletişimin dışında kalan***8221; veya da ***8220;iletişimin içinde olmayan***8221; manalarına geliyor. Bazı kiliselerde aforoz, belli bir gurubu veya da kişiyi ruhsal kınamadır. Kınama ve onaylama çeşitli şekillerde yapılır, bunlardan bazıları; sürgün, soyutlama, utandırmadır.

Özellikle Hristiyanlık'ta ve Musevilik'te dine karşı suç işleyenlere verilen cezadır. Hristiyanlıkta, kilise kanunlarına aykırı davrananlar ve papaya karşı gelenler aforoz edilirlerdi. Aforoza uğrayanlar, Hristiyanlıktan kovulmuş sayılırlardı. Bu ceza papalar ve psikopozlar tarafından verilirdi. Aforoz edilenler kilise ayinine katılamaz ve kilise de görev alamazlardı.

Musevilikte, Tevrat'a göre büyük günah işleyenelre aforoz cezası verilirdi. Aforoza uğrayan, Musevi topluluğundan çıkarılırdı. Yahudilerden aforoza uğrayanların en ünlüsü filozof Spinoza'dır.
.............

AFOROZ Bir hıristiyanı kilise topluluğu dışında bırakan ve kilise tarafından konulan yasağa verilen isim.

Alm. Exkommunikation (f.), Fr. Excommunication (f.), İng. Excommunication. Hıristiyanlık ve Yahudilikte dine karşı suç işleyen kimselere yetkili dini şahsiyetler veya meclisler tarafından verilen, dinden ve topluluklarından atma cezası.

Topluluktan çıkarma cezasına bütün eski dünya kavimlerinde rastlanmaktadır. Yahudiliğin ilk dönemlerinde ahdi bozan ve ahd kanunlarını çiğneyenler, Allah***8217;ın lanetiyle cezalandırılmışlardı. Topluluktan ve sosyal bütün haklardan mahrum etme cezası olan ***8220;aforoz***8221; ise, Ezra zamanında bağımsız bir müessese haline gelmiştir. İlk defa hahamlar tarafından uygulanan sinagogdan uzaklaştırma muamelesiyle bu ceza kesin şeklini almıştır. Söz konusu ceza, Talmudcular Amoraim zamanında (M.Ö. 200-500) üç şekilde ortaya çıkmıştır. Bunlar; fazla önemli olmayan yasakların çiğnenmesi sebebiyle verilen kınama cezası demek olan ***8220;Nezifa***8221;, cemaatle münasebeti yasaklayan, yas tutmaya mecbur eden ***8220;Niddui (küçük aforoz)***8221; ve kişinin suç işlemekte ısrar etmesi durumunda uygulanan ve toplumdan atılmayı gerektiren ***8220;Herem (büyük aforoz)***8221; denilen cezadır. Miladdan sonra 70 yılından itibaren süresiz olarak cemaatten çıkarılma cezasının uygulandığı bilinmektedir. Ünlü filozof Spinoza, Yahudi kutsal kitaplarının orijinalliği hususunda şüphelerini dile getiren eserler yazdığı için aforoz edilmişti.

Aforoz cezası hıristiyanlığa da Yahudilikten geçmiş olduğu halde, hıristiyanlar bu cezanın kaynağının hazret-i İsa***8217;nın günahkar birisi hakkındaki sözlerine dayandırırlar. Hıristiyanlıkta önceleri beddua şeklinde uygulanan aforoz cezası önemini kaybetmiş, zamanla topluluktan çıkarma şeklinde tatbik edilmiştir. Dördüncü yüzyılın sonlarından itibaren topluluktan tamamıyla çıkarma şeklinde değil, ıslah gayesiyle ve tövbe etmesi halinde suçluyu yeniden cemaate alma tarzında uygulanmıştır.

Aforoz bilhassa ortaçağda papaların elinde bir silah olarak kullanıldı. Çünkü bu çağ, hıristiyanlığın en korkunç ve en karanlık devridir. Bu devirde hazret-i İsa***8217;nın telkin ettiği insanlık, merhamet, şefkat, iyilik ve güzellik esasları tamamen unutuldu. Bunun yerini taassup, kin, nefret ve düşmanlık aldı. Papalar makamlarını kuvvetlendirmek ve servetlerini arttırmak için akıl almaz yollara başvurdular. İlmin ve fennin karşısına dikildiler. Galile, Kopernik, Newton dünyanın döndüğünü, İslam alimlerinin yazdıkları kitaplardan öğrenip söylediler. Bu sözleri suç sayıldı ve Galile, papalar tarafından aforoz edildi. Vatanı için mücadele eden Jandark***8217;ı sihirbazlıkla itham ederek diri diri yaktılar. Engizisyon mahkemeleri kurarak binlerce insanı aforoz ettikten sonra işkenceyle öldürdüler. 1077 yılında aforoz edilen Alman İmparatoru IV. Herny (Heinrich) affedilmek için Canossa***8217;ya gelerek Papa Yedinci Gregory***8217;nin kapısında günlerce yalın ayak karlar üzerinde bekledi.

On ikinci yüzyılda küçük aforoz (excommunicatio minor) ve büyük aforoz (excommunicatio mojor) ayırımı yapılmış; birincisi, suçluyu sadece dini merasimlere katılmaktan alıkoyduğu halde, ikincisi toplulukla ilgili bütün sosyal haklardan mahrum etmiştir.

Aforoz cezasını ancak papalar, yahut piskoposlar veya ruhani meclisler verebilirdi. Son kilise kanununda aforozu gerektiren suçlardan bazıları şu şekilde tesbit edilmiştir: Hıristiyanlıktan dönmek, başka bir mezhebe girmek, papaya saldırıda bulunmak, kutsal kabul edilen eşyayı korumayıp uygun olmayan yerlere atmak yahut bulunması gereken yerden başka bir yere nakletmek veya gizlemek, günah çıkaran kimsenin doğrudan doğruya dini nitelikteki sırrı ifşa etmesi, çocuk düşürme suçuna yardımcı olmak.

Ortodoks ve Ermeni kiliselerinde de aforoz cezası vardır. Protestanlıkta ve katoliklerdeki kadar ağır olmasa da, dini bir disiplin vasıtası olarak Kalvinci kiliselerde mevcuttur.

Hıristiyanlıkta aforoz, büyük ve küçük olmak üzere iki türlüdür:

Büyük aforoz: Bu cezaya uğrayanlar, cemaatten hiç kimseyle temas kuramaz, ayinlere katılamaz ve hıristiyan mezarlığına gömülemez.

Küçük aforoz : Yalnız kendi aile fertleriyle temas kurabilir ve bazı ayinlere katılabilir.

İslam cemiyetinde ruhban veya din adamları sınıfı bulunmadığı gibi, aforoz uygulaması da yoktur. İslamiyet***8217;te günahkarların günahlarını ancak Allahü teala affeder. Herhangi bir suç işleyen kimse de mahkemelerde cezalandırılır. İslam hukukunda Müslümanı dini vazife ve ibadetlerden mahrum bırakma veya toplumdan uzaklaştırma gibi bir ceza bulunmamaktadır.

YAHUDİ AFOROZU

Tevrat'ta aforoz, büyük bir günah (meselâ sünneti reddetmek, Molek'e çocuk kurban etmek, yortuyu kutlamamak) işlendiği zaman, suçluyu bağlı bulunduğu dinî topluluktan çıkaran hükümdü. Hahamlık mesleği, aforozun birkaç derecesi olduğunu söyler. Nidui (küçük aforoz) cezasına uğrayan bir kimse ancak kendi ailesinin üyeleri ve uşaklarıyla ilişkide bulunabilirdi; bütün yas kurallarına uymak zorundaydı. Herem (topluluktan çıkarılma) cezasına uğrayan bir kimse hiç bir dindaşıyla münasebet kuramazdı. Büyük reformcu Mendelssohn, XVIII. yy. da topluluktan ihraç yetkisine karsı çıktı. Afaroz edilmiş Yahudilerin en ünlüsü Spinoza'dır.

KATOLİK AFOROZU

XII. yy. da Papalık (Coelistunus III) iki türlü aforoz bulunduğunu kesinlikle belirtti; XII. yy. da papa Gregorius IX bunlara son şekillerini verdi. Büyük aforoz, bu cezaya uğrayanların takdis edilmelerini, kilise âyinlerine katılmalarını, kilisede görev almalarını, katolik mezarlığına gömülmelerini yasaklar. Kilisece adlan yayımlanmış aforozlularla münasebet kurmak yasaktır.

Cezalandırılan kimseyi sadece takdisten, bazı kazançlardan yoksun bırakan küçük aforoz 1869 yılından beri uygulanmamaktadır. Bunlardan başka latae sententiae aforoz ile terendae sententiae aforoz vardır. Birincisi kilise yasalarında belirtilen hataları işleyenlere verilir, önemine göre, papalık veya piskoposluk kararına bağlıdır, ikincisi bir yargılamadan sonra verilebilecek bir cezadır. Yüz kızartıcı üyeleri dışarı atarak hıristiyan topluluğunu korumak için baş vurulan aforoz, suçluyu doğru yola getirme maksadını da güder: kesin değildir, pişman olan günahkâr her zaman bağışlanabilir.


PROTESTAN AFOROZU

Calvin'ci ilkelere harfi harfine uyan kiliselerde aforoz hâlâ yürürlüktedir. Sonuçları yurttaşlık alanında değil, din alanında hissedilir (cena âyininden atılma, çocukların dinî eğitiminin vaftiz anne ve babasına bırakılması, evlenme takdisinden mahrumiyet. Günah çıkarma hakkının bir sene için geri alınması, Özellikle de suçlunun kilise defterinden silinmesi daha çok uygulanan cezalardır, fakat bazen kilisenin bölünmesine yol açmaktadır.
__________________
http://www.hahuer.azbuz.com
Offline   Alıntı ile Cevapla
 
Alt 12.01.08, 10:51   #3
hahuer
Herkonu.com Fanatik
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 160
Tesekkür etmis: 35
Tesekkür almis 46 -> 28 Konu
Standart

TEKFİR



Bir müslümanı veya müslüman kabul edilen bir kimseyi küfre nisbet etmek; küfre girdiğini söylemek.

Küfür içerisinde olan bir kişi bu durumdan kurtulup müslüman olabileceği gibi; müslüman olan bir kişi de dinden dönerek küfre girebilir. Ancak müslüman olan bir kimsenin hangi durumlarda küfre girebileceği; küfür ile iman arasındaki sınırın tayini tarih boyunca mezhepler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Hatta bir mezhebe bağlı âlimler bile bazen farklı görüşler ileri sürebilmektedir. Bu konudaki tartışma, Haricîlerin ortaya çıkışıyla, yani Hz. Ali'nin döneminden günümüze kadar devam ede gelmektedir.

Hz. Ali ile Muaviye arasındaki anlaşmazlığın çözüme kavuşturulması için hakeme gidilmesini isteyen, sonra hakem olayının arzu edilen şekilde sonuçlanmaması üzerine daha önce Hz. Ali ordusunda bulunan, hatta hakemi kabul etmesi için ısrarda bulunanlardan bir gurup başkaldırmış ve Hz. Ali'yi, Allah'ın hükmünü bırakarak beşerin hükmüne başvurmakla itham etmiş ve Hz. Ali ile hâlâ ona taraftarlık yapanların küfre girdiklerini ileri sürmüşlerdi. Haricî olarak adlandırılan bu gurubun bu davranışlarıyla İslâm tarihinde tekfir meselesi gündeme gelmiş, bilahare çeşitli nedenlerle bazen haklı ve bazen haksız olarak tekfir daima müslümanların gündemini işgal etmeye devam etmiştir .

Bu şekilde davranmaları onların sert mizaçlı, müsamahasız ve nassların anlattığı incelikleri anlamaktan uzak kimseler olduklarını ortaya koymaktadır .

Amel-iman ilişkisine dair belli başlı mezheplerin görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:

a) Haricîler

Değişik fırkalara bölünmüş olan Haricîler, büyük günah işleyen ve tövbe etmeden ölen kişinin ebedî olarak cehennemde kalacağına dair ittifak etmişlerdir. Ancak böyle bir günah işleyen kimse, müşrik anlamında bir kâfir midir, değil midir? Bu konuda aralarında ihtilaf vardır. Bazılarına göre ise, mümin değildir ama muvahhiddir. Küfre girmiştir ama onun küfrü, küfran-ı nimet kabilinden bir küfürdür. Tövbe etmeden öldüğü takdirde cehennemde ebedî olarak kalacaktır.

Haricîler, büyük günah işleyen kimseyi tekfir ederken, şeytanın, Hz. Âdem'e secde etmemesinden dolayı küfre girdiğini bildiren şu ayeti delil olarak zikrederler; "Bir zamanlar biz, meleklere (ve cinlere); "Adem'e secde ediniz " dedik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O, yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu" (el-Bakara, 2/34). Onlara göre şeytan Allah'a itaatkâr ve O'nu bilen biriydi. Hz. Âdem'e secde etmekten kaçınarak büyük günah işlemiştir. Bu nedenle kâfir olarak lanetlenmiş ve cehennemde ebedî olarak kalacağına hükmolunmuştur (Şehristânî, Nihayetu'l-İkdam fî İlmi'l-Kelâm, Bağdat t.y 471).

Böylece onlara göre her büyük günah işleyen kişi, Allah'a başkaldırma ve O'na isyan etme kasdıyla günah işlemektedir ve bu nedenle de imandan çıkmış küfre girmiştir.

b) Mutezile

Onlara göre müslüman iken büyük günah işleyen kimse tekfir edilemez ama bu kimse mümin de değildir. İki makam arasında bir yerdedir ve bulunduğu mertebe fısk olarak adlandırılır. Tövbe etmeden öldüğü takdirde ebedî olarak cehennemde kalacaktır.

Mümin, övgüye lâyık bir kimsedir. Oysa büyük günah işleyen kişi, Kur'an'da kötülenmekte ve aşağılanmaktadır. Bu durumda olan kişi kâfir de değildir (Kadî Abdulcebbar, Şerhu Usûli'l-Hamse, Kahire, 1965, 712).

Bu konuda delil olarak ileri sürdükleri âyetler: "Mümin olan hiç fasık gibi olur mu? Onlar elbette bir olamazlar" (Secde, 32/1.

"Hayır, her kim bir kötülük işler de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar" (el-Bakara, 2/81).

"Kim bir mümini kasten öldürürse cezası ebedî kalmak üzere cehennemdir" (en-Nisâ, 4/93).

Mutezile, bu ve benzeri ayetlere dayanarak büyük günah işleyenin mümin olmaktan çıktığı ve fasık olduğunu, cehennemde de ebedî olarak kalacağını iddia etmektedir.

Hadislerden getirdikleri deliller ise; "Emanete riayet etmeyen kimsenin imanı yoktur" hadisiyle benzeri hadislerdir (bk Taftazânî, Şerhu'l-Akaid, çev: S. Uludağ, İstanbul 1980, 265).

Mutezile'nin görüşleri şöylece özetlenebilir: Kişi, ya hep günah işleyen biridir veya hep iyilik. Yahut iyiliğin yanında kötülük de işlemektedir. Sadece iyilik işliyorsa mümindir ve kurtuluşa ermiştir. Sırf kötülük işliyorsa, o zaman taatı yok demektir ve kâfirdir. Ama hem iyilik ve hem de kötülük işliyorsa, böyle bir kimsenin iyilikleriyle kötülüklerinin eşit olması düşünülemez. Ya iyiliği, yani taatı fazladır veya kötülüğü, yani günahı fazladır. Hangisi fazla ise, kişi ona nisbet edilir. iyiliği fazla olan kurtuluşa erer, kötülüğü fazla olan ise küfre nisbet edilir ve amellerinin boşa gittiğine hükmolunur (Kadî Abdulcebbar, ****.e., 624).

c) Mürcie

Haricîlerin aksine, tekfir konusunda fırkalar arasında en yumuşak davranan fırka Mürcie'dir. Onlara göre amelin iman üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. İman, Allah ve Resulunu bilmektir. Küfür ise, onlar hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmamaktır (Eş'arî, Makalâtu'l-İslâmiyyîn, Wıesbaden 1980, 132). Büyük günah işlemenin de ona bir yararı yoktur.

d) Ehl-i Sünnet
......................
İnsanı günah işlemeye sürükleyen birtakım etkenler vardır. Günah işlemenin sebebi, küfür olabileceği gibi hevâ ve şehevî arzular da olabilir. Kişi, şehevî arzularını tatmin için günah işler. İşlediği günah büyük de olabilir. Bu nedenle Ehl-i Sünnet, günah işlemiş olmasından dolayı kişiyi tekfir etmez. Ama sırf Allah'ın emirlerine karşı gelmek için günah işliyorsa, elbette ki böyle biri mümin değil, kâfirdir.

Bununla birlikte amelin iman ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Selef, kalp ile tasdik ve dil ile ikrarı imanın temel direği, taatleri (Allah'ın emirlerini yerine getirme ve yasaklarından sakınmayı) da dalları olarak değerlendirmişlerdir. iman ağacı ancak temel direk ve dallardan meydana gelir. Hiç dalı bulunmayan bir ağaç düşünülemeyeceği gibi, birkaç dalı eksik olan ağaç da ağaç olmaktan çıkmaz. Eksik bir ağaçtır sadece. Selef, iman eksilir ve artar derken dallar mesabesinde olan taatlerin eksilip artabileceğini kastederler. Böylece taatleri de imandan sayarlar. Yani amel imanın bir cüz'üdür. Ancak bu cüz'den bir şeylerin eksilmesiyle iman ortadan kalkmaz. imam Eş'arî (ö. 324/936) Ehl-i Sünnet âlimlerinin, imanın eksilme ve artmayı kabul ettiği görüşünde oldukları belirtir (Risaletu Ehli's-Sağr, Mısır-1987, 93; Ayrıca bk. Enfal, 8/2; Tevbe, 9/124; Fetih, 48/4).

Kalp ile tasdik ve dil ile ikrar kişiyi küfürden çıkarıp iman dairesine sokar. Buradaki iman, küfrün karşıtı olan imandır, kâmil bir iman değildir. Kâmil iman, Allah'ın emirlerine riayet ve yasaklarından sakınmakla gerçekleşir. Küfür nasıl kademe kademe ise, iman da öyledir. Her ne kadar bu derecelerin tamamı tek isim altında; iman ismi altında toplanıyorsa da dereceler birbirlerinden farklıdır.

Günah işleyen kimsenin küfre girmeyeceği ayetlerle de sabittir. Adam öldürmek büyük günahlardandır. Bununla birlikte yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler, adam öldürmek hadiselerinde üzerinize kısas farz kılındı" (el-Bakara, 2/178). Ayetin devamında da şöyle buyurulmaktadır: Ancak kim kardeşi tarafından affedilirse, o zaman kısas düşer." Görüldüğü gibi ayet katili, öldürülenin velisinin kardeşi olarak nitelemektedir ki, buradaki kardeşlik ile iman kardeşliğinin kastedildiği apaçıktır. Yüce Allah, yine şöyle buyurmaktadır:

Müminlerden iki gurup birbirleriyle savaşırlarsa, aralarını bulunuz" (Hucurat, 49/9). Bu ayette de, birbirleriyle savaşan iki gurubu da mümin olarak nitelemektedir.

Ehl-i Kıbleden olup da büyük günah işledikleri kesin olarak bilinen kimselerin tövbe etmeden ölmeleri halinde cenaze namazlarının kılınacağı, onlar için dua edilerek affedilmelerinin istenebileceği konusunda, Peygamber (s.a.s)'in asrından çağımıza kadar olan zaman içinde ümmet'in kesintisiz icmaı vardır. Halbuki bu gibi şeylerin müminden başkası için caiz olmadığı meselesinde ümmet yine ittifak halindedir (Taftazânî, ****.e., 264).

Ehl-i Sünnet, Mutezile tarafından delil olarak ileri sürülen ayetlerde kastedilenlerin, mümin oldukları halde o günahları işleyen ve böylece küfre girenler olmayıp daha önce de kâfir olanlar olduklarını söylemektedir.

Tekfire sebep olan hususlar:

Allah'ın varlığını inkâr etmek, Ulûhiyetinde ve rubûbiyetinde O'na ortak koşmak, Kur'an'da zikredilen isim ve sıfatlarını inkâr etmek insanı küfre düşürür. Mutezile ve müteahhir Ehl-i Sünnet kelamcılarının, bazı sıfatları te'vil etmeleri her ne kadar sağlıklı bir yol değilse de küfre sebep değildir. Allah'a, sıfatlarının zıddını isnad etmek, meselâ âciz olduğunu söylemek ya da eksiklik ifade eden sıfatlarla O'nu nitelemek, eşyaya hulûl ettiğini iddia etmek yine küfürdür.

Peygamber ve peygamberlik müessesesi konusunda küfre götüren hususların belli başlı olanları ise şunlardır: Peygamberlik müessesesini inkâr etmek, Kur'an'da ismi geçen peygamberlerden birini veya bazısını inkâr etmek, peygamberlerden birine uluhiyet isnad etmek, peygamberleri veya onlardan birini tahkir ederek onlarla alay etmek, evliyanın peygamberlerden üstün olduklarını iddia etmek küfürdür.

Kur'an-ı Kerim'in tamamını veya bir kısmını inkâr etmek, Kur'an'da zikredilen şeylerin varlığına inanmak, Kur'an'dan olmayan bir şeyi Kur'an'a ilave etmek veya Kur'an'ın mahluk olup olmadığı meselesi Ehl-i Sünnet ve Mutelize arasında tartışma konusu olmuş ve bundan dolayı taraflardan bazıları birbirlerini tekfir etmiş iseler de böyle bir meseleden dolayı tekfir doğru değildir.

Allah'ın indirdiğinden başkasını ona üstün tutan ya da başka bir düzeni benimseyen, İslâmî emir ve hükümlerinin devrinin geçtiğini savunan kişinin küfre girdiğinde şüphe yoktur. Ehl-i Sünnet'in mutemet kaynaklarından biri olarak kabul edilen "Şerhu'l-Akaidi't-Tahaviyye" isimli eserde hükümle ilgili olarak şöyle denilmektedir: İster yönetici olsun ister idare edilen halktan herhangi biri olsun her kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmenin gerekli olmadığını, kişilerin onları uygulayıp uygulamamakta serbest olduklarını iddia eder ya da bu konudaki Allah'ın emirlerini küçümseyecek olursa yine küfre girmiş olur. Ama Allah'ın emirlerinin üstünlüğüne ve bu hükümlere uymadığı takdirde ahirette cezaya çarptırılacağına inandığı halde bu emirlere muhalefet ediyorsa küfre girmez (İbnu Ebi'l-İzz el-Hanefî, Şerhu'l-Akideti't- Tahâviyye, Beyrut 1988, 323-324).
M. Sait ŞİMŞEK
__________________
http://www.hahuer.azbuz.com
Offline   Alıntı ile Cevapla
 
Alt 12.01.08, 10:52   #4
hahuer
Herkonu.com Fanatik
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 160
Tesekkür etmis: 35
Tesekkür almis 46 -> 28 Konu
Standart

GÖRGÜ NEDİR ? DÜŞKÜNLÜK NEDİR ?

Alevi yolunda her talib , yılda bir kez tüm topluluğun ve pirinin huzurunda, o yıl içerisinde yaptıklarının ve yol kurallarına uyup uymadığının hesabını verir. Burada hem dinsel hem dünya evi sorunlar , sorumluluklar söz konusudur. Eğer kişi, topluluk tarafından kabul görülmeyen hatalar, fenalıklar yapmamış ve kuralları yerine getirmişse, pirin ve orada bulunan yol erenlerinin izniyle görülmüş olur.
Komşuluk ilişkilerinde hoşnutsuz, yol kurallarına aykırılık gösteren kişiler düşkün bırakılırlar. Düşkünlük bir anlamıyla toplumun dışına çıkarmak , cemaatten atmak anlamına gelir. Cezanın büyüklüğüne göre geçici ya da sürekli düşkünlükler vardır.
...................
ALEVİLİKTE DÜŞKÜNLÜK NEDİR?

Düşkünlük, Alevi yol ve erkan ilkelerine, insani değerlere, ahlak kurallarına açıkça aykırı davranarak Alevilere ve Aleviliğe zarar veren kişilere uygulanan bir yaptırım anlamına geliyor. Düşkün ilan edilen kişi ile Alevi toplumu inançsal, kültürel, sosyal, insani her türden ilişkisini kesiyor. O kişinin yalnızca cenazesini kaldırılıyor.

Düşkünlük yaptırımı işlenen fiilin ve sonuçlarının ağırlığına göre ömür boyu olabileceği gibi belli sürelerle de sınırlı olabiliyor.
.......................


CEM Vakfı Başkanı Doğan'dan Başbakan'ın da katılacağı iftar için çarpıcı açıklamalar

İftara katılanlar düşkün olurlar mı?
Başbakan Tayyip Erdoğan***8217;la oruç açacak Alevilerin düşkün ilan edileceği tartışmasına CEM Vakfı Başkanı Prof.Dr. İzzettin Doğan son noktayı koydu.

Başbakan Tayyip Erdoğan***8217;la oruç açacak Alevilerin düşkün ilan edileceği tartışmasında CEM Vakfı Başkanı Prof.Dr. İzzettin Doğan ***8220;Barış için uzatılan el sıkılır***8221; dedi.

DÜŞKÜN OLURLAR MI?

Prof.Dr. İzzettin Doğan her istenilenin ***8220;düşkün***8221; ilan edilemeyeceğini belirterek şunları söyledi:

Düşkün Cem***8217;de ilan edilir. Düşkünlük kararının verilmesi kolay iş değildir. Her önüne gelen kişi bu kararı veremez. Düşkün ilan edilmesi için toplumun değer yargılarına karşı gelinmesi gerekir. Kişinin hakkındaki iddialar dile getirilir. Kişinin konuyla ilgili savunması alınır ve kişi suçlamaları kabul ederse düşkün ilan edilir. Bu tamamen siyasidir. Provokatiftir.

"BARIŞ İÇİN UZATILAN EL TUTULUR"
Prof. Dr. Doğan, Başbakan***8217;dan, ***8220;Alevi yurttaşlardan esirgenen haklar***8221; konusunda bir adım beklediklerini, bunun ardından o yemeğe gidip elini sıkabileceklerini söyledi. Başbakan***8217;ın ***8220;Cemevi ibadethane değildir***8221; açıklamasının küskünlük yarattığını söyleyen Prof. Dr. Doğan, ***8220;Başbakan üç beş kelime ile Alevi yurttaşlarla ilgili hangi tasarruflarda bulanacağını söyleseydi çok daha anlamlı olacaktı***8221; diye konuştu.


Aleviler için barıştan daha değerli bir şeyin bulunmadığını söyleyen Prof. Dr. Doğan ***8220;İslam dini de böyle tanımlanmış bir şeydir. Savaş insanın ürettiği bir şeydir. İslam barış ve sevgi dinidir. İnsanların yapmış olduğu yanlışlar ne olursa olsun. Barış için bir adım atılıyorsa o adımın arkasındaki neden ne olursa olsun barış için uzatılan el sıkılır. İnsanların gözünün içine baka baka istismar söz konusu olacağı bilinirse ***8216;Siz o barışın koşullarını hazırlayın, biz o eli sıkmaya her zaman hazırız***8217; denir***8221; dedi.

AKP ve Başbakan Tayip Erdoğan ile herhangi bir husumetlerinin bulunmadığını söyleyen Prof. Dr. Doğan, yurttaşlar arasındaki buzların eritilmesi gerektiğini belirtti. Prof. Dr. Doğan, ***8220;Aleviliğe karşı olduğu düşünülen bir kesimin barışması olarak algılıyorum. Ona karşı değilim. Onu teşvik ediyorum. Buzlar erimekten öte yurttaşlar kucaklaşmalı. Ancak yurttaşların hakları verilmeli. Kağıt üzerinde eşitlik olmuyor. İnsanlar kendileriyle alay edildiği ve aldatıldığı hissine kapılıyor***8221; diye konuştu.


MUHARREM ORUCU NEDİR, NASIL TUTULUR?

Prof. Dr. Doğan, Muharrem orucu için ***8220;Hz.Hüseyin***8217;e yapılan bütün bu işkencelerin ve zulüme yapılan eziyete karşı bir duruştur. Akli bir oruçtur. Bedeni değildir. Yeryüzünde eşi olmayan bir oruçtur. Muharrem orucu tüm peygamberlere de farz kılınmıştır. Hz. Hüseyin nedeniyle tutulan oruç anlamı çok daha yüksek bir oruçtur. İnsanlık ve insanlık haysiyeti için önemli bir oruçtur. Tüm ailesi ve 70 kişiyle direniş gösteren bir kişiye karşı duruştur. Sadece Alevilerin tekelinde bir duruş değildir***8221; dedi. Prof. Dr. Doğan Alevilikte iftar kavramının bulunmadığını buna ***8220;Oruç açma***8221; denildiğini ve sahura da kalkılmadığını söyledi.

HÜRRİYET
__________________
http://www.hahuer.azbuz.com
Offline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz aktif değil dir.

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 10:00 .

Powered by Herkonu team