İbrahim Karagül
ibrahimkaragul@gmail.com 25.01.2008
Avuç içi kadar vatan, yeryüzü kadar utanç!
Gazze, küçücük bir yer. Avuç içi kadar bir toprak parçası. İki milyona yakın insanın en aşağılayıcı koşullarda yaşamak zorunda bırakıldığı adeta bir toplama kampı. Sınırları yüksek duvarlarla, tanklarla çevrilmiş, hava sahası kapatılmış, denizle bağlantısı kesilmiş, sadece nefes alma özgürlükleri olan insanların ülkesi. Filistinli olmak yüzünden, Gazzeli olmak yüzünden doğuştan suçlu olanların, bu yüzden de topluca cezalandırılanların yurdu.
Her zamanki senaryo yine uygulanıyor bugünlerde. Nefretten beslenenlerin güvenlik paranoyasını bahane göstererek, politik hesaplarını gizleyerek bir topluluk üzerinde gayri insani yöntemleri denemelerinin yeni bir örnekleri sergileniyor.
Günlerdir ilaç, gıda, elektrik, su ve gündelik hayat için en zaruri şeylerden bile mahrum bırakılan bu insanlar, tam anlamıyla toplu linç girişimine tâbi tutuluyor. Tahammül sınırlarını zorlayan bu insanlık suçu ne yazık ki dünyada yeterli tepkiyi alamıyor. İsrail, adeta dokunulmaz ülke olarak üst üste açıklamalar yapıyor ve tecridin devam edeceğini söylüyor. Nereye kadar? Geçmişte, benzer tecritler yüzünden insanların, ölülerinin etini yemek için, fetvalar bile aldığını hatırlıyoruz biz. Ve bu insanlar hangi suçtan cezalandırılıyor?
Başbakan Tayip Erdoğan; ***8220;Bir insanlık trajedisiyle karşı karşıyayız. Bu durumu anlamakta zorluk çekiyorum. Sürekli roket saldırılarını bahane ederek 2 milyona yakın masum insanı cezalandırmak anlamına gelen böyle bir uygulamanın kabul edilmesi mümkün değildir***8221; demiş ve İsrail buna çok kızmış.
Türkiye'yi protesto etmiş. Türk-İsrail ilişkilerinde kriz yaşanmış. Şeyh Yasin şehid edildiğinde de benzer bir durum yaşanmıştı. Türkiye'nin tepkilerinin politik bir yanı yoktu. İnsani bir durumdu ve öyle de olmalıydı. Benzer durumlar devam ederse benzer tavırlar da olacaktır, olmalıdır da... Çünkü böyle bir cezalandırmanın hiçbir politik gerekçesi olamaz.
Hamas'ı bitirmek için yüz binlerce insanı cezalandıramazsınız. Barış sürecini sabote etmek için bir toplumu ölümle imtihan edemezsiniz. Ederseniz, başkaları da, politik hesapların ötesinde bu duruma seyirci kalamaz, tepki gösterir. İsrail'in şu anki reaksiyonu sadece ve sadece ***8220;suçustu hali***8221;dir. Geçmişte neler yaşandığını bildiğimiz için bugün Gazze'de olanların nerelere uzanacağını tahmin ediyoruz ve endişeliyiz. Hangisini hatırlayalım!
67 yaşında, bütün vücudu felç olan, hemen hiç görmeyen ve duyma sorunu çeken, yıllarca İsrail hapishanelerinde işkence gören, tekerlekli sandalyeye mahkum olan Filistin'in babası Şeyh Ahmed Yasin'in sabah namazından çıkarken yorgun bedeninin füzelerle parçalara ayrılmasını mı?
İsrail ordusunun Gazze'den çekildiğini açıkladıktan sonraki sabah beşte Beyt-i Hanun'da bir aile apartmanına yönelik saldırısındaki trajik görüntüleri mi? Aynı aileden 13 kişinin tank ve Apache helikopterleriyle katledilmesini, birkaç aylık ya da bir yaşındaki bebeklerin annelerinin kucağında cansız yatışını, 15 dakika arayla altı top mermisi atılan binadan 20 cesedin çıkarılmasını mı?
Bir ay öncesini unutuyoruz ama ben hatırlatayım: ***8220;3-15 Nisan 2002'de Cenin'de yüzlerce insan katledildi, binlerce insan elleri ve gözleri bağlanarak toplama kamplarına götürüldü, binlerce kadın ve çocuk evlerinden kovuldu, genç kızlar ve kadınlar günlerce işkence altında tutuldu, yüzlerce ev yerle bir edildi, hastaneler çalışamaz hale getirildi, elektrik ve su kesildi, sokaklarda çürüyen cesetlerin gömülmesine ve yaralıların tedavi edilmesine izin verilmedi, ambulanslar askeri hedef gibi ateş altına alındı, kuşatma altındaki insanlara ilaç ve yiyecek yardımları engellendi, sokağa çıkan herkese ateş açıldı, evlere baskın yapılıp insanlar kurşunlandı, doğum yapan kadınların hastaneye götürülmesine izin verilmedi, evlerin/hastanelerin bahçelerine mezarlar kazıldı. Cenin, üç yüz tank ve zırhlı araçla, binlerce askerle kuşatıldı.
Bir kilometrekarelik mülteci kampına yüzlerce füze atıldı, sadece bir saatte 50 füze fırlatıldı, F-16 savaş uçakları ve Apache helikopterleriyle durmaksızın bombalandı, silahlı-silahsız, kadın-erkek, çocuk-ihtiyar ayırımı yapmadan insanların evleri başlarına yakıldı, bir halkın özgürlük ruhu, yaşama hakkı ve mahremiyeti ayaklar altına alındı. Camiler, yollar, dükkanlar, evler, devlet daireleri, Filistin halkının ekonomik değerleri yok edildi. Cinayet, yıkım, vandalizm, yağma ve terör dehşetine, katledilen kadın ve çocukların cesetlerinin buldozerlerle toplu mezarlara sürüklenmesine karşı bütün dünya sustu, susturuldu.***8221;
Bu cümleler o zaman yazılmıştı ve bunlar yaşandı. Ve bunları İsrail yaptı. Ve bunlar bugünkü gibi Filistin halkına yapıldı. Sadece Cenin'de değil, Ramallah'ta, Beytüllahim'de, Tulkarim'de, Nablus'ta da benzer olaylar yaşandı. Bütün bunları yaşatan Ariel Şaron, kaç yıldır komada ve ne halde?
Ama yöntemler değişmedi. Güvenlik, politik hesaplar başka bir şey. İnsanlık suçu başka bir şey. O zamanlar yapılanlar, bugün yapılanlar aynı şeyler. Düşünce aynı, acımasızlık aynı, hesap aynı.
Bu bir güç mücadelesi değildi, bu bir güvenlik arayışı değildi, bu bir ayakta kalma refleksi değildi! Bu; şiddetle beslenen bir kültürün, intikam hırsıyla şekillenen bir kafa yapısının göstergesiydi. Bugün de öyle.
Ne olacak? Önceki gün olanlar olacak***8230; Gazzeli üç yüz bin kişinin, dokuz metrelik İsrail duvarlarını patlatıp Mısır'a geçtiği gibi, Filistin'i çepeçevre kuşatan, milyonlarca insanı esir kamplarına mahkum eden bütün duvarlar bir gün patlatılacak. Ve herkes, her ülke, her güç yaptıklarının bedelini ödeyecek. Hep öyle olmadı mı?