Herkonu.com Fanatik
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 160
Tesekkür etmis: 35
Tesekkür almis 46 -> 28 Konu
|
'Bir Öğrencimin Bana Öğrettikleri'
özellikle anne babalara.........
>
>
> Bir Öğrencimin Bana Öğrettikleri..
>
> Yazan: Doğan Cüceloğlu
>
> Kaliforniya'da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi'nde öğretim üyesi
> olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız
> öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu genç bayanın şu özelliklerinin
> farkına varmıştım: Her şeyden önce çok güzel bir kızdı; gözüm gayri
> ihtiyari ona gidiyordu. İkinci olarak çok iyi bir öğrenciydi; bütün sınav
> ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu. Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih
> bir kişiliği vardı. Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla
> tanıştım ve itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen, "Armudun iyisini ayılar yer"
> düşüncesi oldu. Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana
> tanıştırdığı erkek, yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş,
> şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.
>
> Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra
> öğrendim ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin
> psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam
> ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor.
>
> Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders
> çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım
> öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti:
>
> "Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?
>
> "Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini
> "
>
> "Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?
>
> Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan
> kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul
> edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda Sally'nin
> mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.'
>
> Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, "O şahane bir insan;
> o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim" dedi.
>
> O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu. Güzel bir kadının
> erkeğine, "Sen benim kahramanımsın" duygusu içinde bakmasının erkeğe
> verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım. Bu hediyeyi,
> hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım.
>
> "Nasıl yani?" dedim.
>
> "Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği
> için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik yapma
> kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla buluşup oynuyor,
> kitap okuyor, onları müzeye götürüyor. Onların iyi gelişmesi için elinden
> geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu, hastanede yatıyor ve Frank şimdi
> akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor."
>
> Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım. Kendime kızdım. Ben güya en yüksek
> eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış görünüşe göre
> yargılıyor ve onu "ayı" olarak görüyordum. İçimdeki pislikten utandım. Bir
> süre sonra Sally'nin içinde yetiştiği aile ortamını merak etmeye başladım.
> Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama baktığım zaman ben neden, 'Armudun
> iyisini ayılar yer' diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık
> sık bu benzetmeyi duyarak büyümüştüm. İçinde yetiştiğim ortam beni nasıl
> etkilemişse, Sally'nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş
> olmalıydı.
>
> Birkaç hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los
> Angeles'in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış. Onun
> ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup olamayacağını sordum.
> "Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir" dedi ve
> iki gün sonra, "Ailemle konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını
> söylediler" dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco'ya gidecektim,
> Sally'nin ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara uğrayabilir,
> onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.
>
> Bu planımı Sally'e söylediğimde Sally, "isterseniz beraber gidebiliriz,"
> dedi. Ailesine haber verdi. Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi
> söylemişler. Long Beach'ten sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk
> civarında Sally'nin ağabeyi Brian'ın evine vardık. Sally'nin babası George
> orada buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir aileydi. Brian'ın, en
> ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.
>
> Ziyaret ettiğim bu güleryüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi
> çekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babası George'un torunlarıyla konuşurken
> onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar doğal yapıyordu ki, artık
> farkına varılmadan yapılan bir davranış olduğu belliydi. Sally'ye,
> babasının torunlarıyla hep böyle mi konuştuğunu sordum. "Evet" yanıtını
> alınca, kendisi çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi
> konuştuğunu sordum. "Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da
> çocuklarıyla böyle konuşur; ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım.
> Biz böyle biliyoruz", dedi. Tüylerim diken diken oldu. Ben üniversite
> öğretim üyesiydim ve insan psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç
> çocuğumdan hiç biriyle göz hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum.
> Kendime kızdım; sonra kendime kızmaktan da vazgeçtim, beni yetiştirenlere
> kızdım, sonra onlara kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren
> kültür ortamına kızdım. Daha sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki
> öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz
> çökerek konuşan dede George'a, "Beyefendi, çocukların göz hizasına inerek
> konuşuyorsunuz!" dedim. Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek, "Tabii, onlar
> küçük insanlar!" yanıtını verdi. Öyle bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki
> 'Bu kadar doğal bir şey ki, herhalde bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor
> musun?' diyordu.
>
> O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.
>
> Bu güleryüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally'nin ağabeyi
> Brian'ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle ticaret yapan, oldukça
> varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme havuzundan,
> çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin zenginliği belli oluyordu.
> Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında telefon çaldı ve Brian bir süre
> telefonla konuştu. Ofisten arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles'ta
> imiş, kendisiyle görüşmek için helikopterle saat 14'te gelmek istiyormuş.
> Başka bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian,
> bize durumu şöyle açıkladı: "Dört çocuğum var ve her hafta biriyle dört
> saat başbaşa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary'le randevum var.
> Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen, bir bakıyorsun,
> büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş."
>
> Brian'ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği
> belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az işi kadar önemliydi.
> Brian'ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu, bir 'keşke'
> olmayacak.
>
> Sally'e sordum: "Baban seninle randevulaşır mıydı?"
>
> "Evet", dedi, "yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla başbaşa zaman
> geçirirdi. Ve ilave etti, "Biz böyle gördük, böyle biliyoruz. Benim
> çocuğumun da babası böyle yapacak!". Gülümseyerek, "Nereden biliyorsun?"
> diye sordum.
>
> "Biz Frank'le konuştuk" diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha doğmadan
> çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.
>
> Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın
> karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı, kendi
> yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce kendimin de
> acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı. Daha sonra
> babamın, anamın çocukluğuna içim yandı. Ve son durak olarak ülkemin tüm
> çocuklarına içim yandı.
>
> Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, 'bundan sonra ne yapabilirim'le
> ilgili düşünmeye karar verdim. İşte değerli okurum; yazdığım kitaplar,
> verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları, 'Ne yapabilirim?'
> sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir. Sally'nin içinde yetiştiği ortamı
> görmüş ve anlamış biri olarak onun davranışlarına şimdi daha iyi anlam
> verebiliyorum. Sally, içinde yetiştiği ailede, varoluşun beş boyutunu da
> doya doya yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze
> konuştuğunuz zaman çocuk, 'Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen
> güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın', mesajı alır ve çocuğun CAN'ı beslenir.
>
>
> Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, 'Seninle zaman geçirmek istiyorum,
> seni özledim', mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu mesajı zihinsel olarak
> değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde
> çocuğun hamuru, 'Ben sevilmeye layık biriyim!' diye yoğrulur.
>
> Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, varoluşun beş
> boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN'dır.
|