Tekil Mesaj gösterimi
 
Alt 30.09.07, 21:57   #53
hahuer
Herkonu.com Fanatik
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 160
Tesekkür etmis: 35
Tesekkür almis 46 -> 28 Konu
Standart

devam ediyor......

Hep beraber yaşadığımız ve ilelebed de beraber yaşamayı arzu ettiğimiz bu ülkede farklılıklarımızı ayrılığa dönüştürmeden bize ait inanç ve düşüncelerimizle bir arada yaşamanın sizce formülü nedir?

Öncelikle Alevi ve Sünni çevrelerde hakim olan şu yanlıştan vazgeçmektir. Alevilik ve Sünnilik birbirinin zıddı olarak görülmekte ve her ikisi de karşıtlık ilişkisi içerisinde ele alınmaktadır. İslam düşüncesinde ortaya çıkan farklı anlayışlar arasında, birbiriyle karşıtlık ilişkisi söz konusu değildir. Çünkü onların tamamı, farklı farklı anlayışlar benimsemekle beraber, tek bir Allah'a, Peygamber olarak Hz. Muhammed'e, kitap olarak Kur'an'a ve öldükten sonra dirilmeye inanmaktadırlar. Bu sebeple farklılıkları ayrılıklara ve imtiyaza dönüştürme yerine her iki kesimi birleştiren ortak noktalara daha fazla vurgu yapmak gerekmektedir. Bütün farklı anlayışlar, varlıklarını dine borçludur. İslam kimliği her iki kesim için mezhepler üstü birleştirici bir kimlik olmaya devam etmelidir. Sünni veya Alevi olmak bir ayrıcalık değildir. Hatta birbirlerinin varlık sebebidirler. Hepsi bir arada yaşadığı sürece ve özgünlüklerini korudukları sürece bir zenginliktir. Birbirini ortadan kaldırmak hedefine hizmet ettikleri sürece özgür düşüncenin önünde birer engeldirler. Bu sebeple her iki kesimin, öncelikle birbirini çok iyi tanıması ve birbirileri hakkındaki önyargılardan kurtulması gerekmektedir. Birbirini dışlamak ve incitmekten vazgeçmelidirler. Ahmet Yesevi ne güzel söylemiş: "Kafir de olsa incitme onu." İkinci bir husus şudur: İslam ruhbanlık sınıfını kaldırmıştır. Bu sebeple herhangi bir mezhep, tarikat veya oluşum dini hakikatleri temsil konusunda diğerinden daha imtiyazlı değildir. Çünkü İslam'da temsil değil, fikirde ve hayırda yarış vardır. Mezheplerin hakikat iddiaları, mutlak ve evrensel olmayıp görecelidir, tarihseldir. Kendisini bağlar. Mezhepler arasındaki farklılık, dinin bütün boyutlarında bir farklılık olarak ve hak-batıl çerçevesinde anlaşılmamalıdır. Hiçbir mezhep bütünüyle ne doğrudur, ne de yanlıştır. Her mezhebin yanlış ve doğru olan fikirleri vardır. Mutlak doğruluk iddiası din için söz konusudur. Yanlış ve doğruluğun ölçüsü Kur'an ve Hz. Peygamber olmalıdır. Dolayısıyla Kur'an ve Hz. Muhammed, tarihte olduğu gibi bugün de bütün müslümanların en önemli ortak paydasıdır.

Az önce belirttiğiniz gibi Alevi-Bektaşilerle Sünniler arasında birbirini doğru bir şekilde tanıyamamaktan kaynaklanan birtakım yanlış yargılar söz konusu olabilir. Bunların bertaraf edilebilmesi ve farklılıkların zenginliğe dönüştürülmesi için öneriniz nedir? İletişim devriminin yaşandığı çağımızda iletişimsizlik mazeret olmaktan çıkmayacak mı?

Maalesef, bu kadar geniş iletişim imkanlarına sahip bir dünyada yaşamamıza rağmen, Aleviler ve Sünniler arasında birbirilerini tanıma konusunda büyük bir bilgi boşluğu vardır. Ne Sünniler Alevilik hakkında, ne de Aleviler Sünniler hakkında sağlıklı ve doğru bilgiye sahiptir. Bu da onların birbirleri hakkında önyargılarda bulunmasına sebep olmaktadır. Aslında insanlar tanımadıkları ve bilmedikleri şeyden nefret uzak dururlar. Geçmişte kalan ayrılık ve gayrılıkların sorumluları, asla bizler değiliz. Onların yanlış yapması bizim yanlış yapmamızı gerektirmez. Bu konuda her iki kesime büyük görevler düşmektedir. Küreselleşen dünyamızda dinler arası diyalog toplantıları yapılırken, dini çoğulculuk ön plana çıkarılırken kendi aramızda var olan diyalogun zayıflaması bir talihsizliktir. Böyle bir diyalogda, hareket noktası Kur'an olabilir. Bundan sonra varolan diyaloğumuzu geliştirmemiz ve birbirimiz hakkında doğru bilgilenmemiz, farklılıklardan çok birlikteliklerimizi vurgulamamız, farklılıklarımızı ayrılıklar olarak değil zenginlikler olarak takdim etmemiz yararlı olacaktır. Bu konuda, aydınlara, siyasi partilere, medyaya, İlahiyat Fakültelerine, Diyanete ve her iki kesimin önderlerine de büyük görevler ve sorumluluklar düşmektedir. Türk toplumundaki din yorumlarını, inanç boyutu ve toplumsal boyutuyla iyi okuyup, bu yönde halkı doğru bilgilendirmek şarttır.

Alevi yorumla Sünni yorum farklılığı, aşkın olan Allah'la ilgili teolojik ve dinsel bir farklılık mıdır? Yoksa birçok etkenlerle oluşmuş tarihsel-siyasi bir farklılık mıdır?

Maalesef, bazı kimseler Alevi yorumla Sünni yorum arasındaki farklılığı, aşkın varlıkla ilgili teolojik bir farklılık gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Hatta daha da ileri giderek bu farklılığı sanki iki farklı din gibi algılamak istemektedirler. Bu son derece yanlış bir kanaat olup İslam'ı, Sünniliği ve Aleviliği bilmemekten kaynaklanmaktadır. Son zamanlarda yapılan bazı sosyolojik araştırmalar, bu farklılığın aşkın alanla ilgili bir farklılık olmadığı, günümüze kadar devam edegelen farklı etkenlerin birleşmesi sonucu ortaya çıkan tarihsel, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi bir olgu olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Bu araştırmalara göre hemen hemen bütün alevi ocakzadeleri, Allah, Kur'an ve Peygamber üçlüsünde birleşmişlerdir. Bu açıdan teolojik bir sapma söz konusu değildir. Aksine bunlar her iki kesimin bütünleşmesinin temel taşlarıdırlar. Aleviler arasında okunan kitaplar konusunda yapılan anketlerde Kur'an'ın birinci sırada yer alması da bunun önemli kanıtlarından birisidir. Ayrıca halk düzeyinde yaşanan dini, ahlaki ve kültürel değerlere inildikçe ortak noktaların fazlalaştığı görülecektir. Örneğin Alevi ve Sünniliğin yazılı kaynaklarında eserlere başlarken Allah'a hamd, Resûlüne salat ve selam, onun Ehli Beytine ve inananlara saygı ifadeleri yer alır. Görüşlerini açıklarken veya temellendirirken Kur'an ayetlerine ve Hz. Muhammed'in sözlerine başvururlar. Diğer taraftan, Hıdrellez, Nevruz, ay tutulması, eşik saygısı, al basması ve diğer geleneklerde Türk toplumunun her kesiminde yaşatılan ortak geleneklerdir. Yorum farklılığı, her ayette ve Kur'anın bütününde değil, manası kapalı ve yoruma açık ayetlerdedir. Bu ise gayet doğaldır ve insanidir. Bu yorumsal farklılıktan, farklı bir inanç, farklı bir teoloji ya da farklı bir din ortaya çıkarmaya çalışanlar yanılmaktadırlar.

Alevi-Bektaşi yorumunun arka planında etkili olan sosyal ve kültürel yapı hakkında bilgi verir misiniz?

İslam'ı benimseyen Türk boylarının bir kısmı yerleşik hayata geçen, bir kısmı ise konar-göçer hayat yaşayanlardan oluşmaktadır. Bu iki kesim arasında sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel yapı bakımından bazı farklılıklar söz konusudur. Birinciler, uzun zamandan beri yerleşik hayata geçtikleri için okuma yazma bilen, kitabi kültürle tanışmış şehirleşmiş Türklerdir ve kurumsal İslam'a göre yaşamaktadırlar. İkinciler ise, yerleşik hayata geçmemiş veya geçmede gecikmiş, bunun bir sonucu olarak sürekli yer değiştiren ve İslam'ı temel kaynaklarından öğrenebilme fırsatı olmayan kitabi kültürden uzak Türk boylarını oluştur maktadır. Bu kesim, eski örf, adet, gelenek ve inançlarını İslam inancıyla uzlaştırmak suretiyle yaşatmaya çalışmışlardır. Bunun için de dini metinlerin yorumlanmasında Batıni yorumu benimsemişlerdir. Bu iki kesim arasındaki sosyal, ekonomik ve siyasi şartların farklılığı, İslam'ı anlama, yorumlama ve yaşama biçimlerinin farklılığını doğurmuştur. Bu sebeple, Alevilik daha çok sufi ve mistik bir kalıp içerisinde şekillenen sözlü kültürün din anlayışını temsil etmektedir. İslam tarihinde ezilen ve haksızlığa uğrayan kişiler ve toplumlar Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'i haksızlıkla mücadelenin bir simgesi olarak kabul ederek onları bayraklaştırmışlardır. şah İsmail ve Yavuz arasındaki anlaşmazlıkla, söz konusu farklılık siyasi iktidar yarışına dönüşmüştür. Yerleşik hayata geçen Türkmenlerle geçmeyen Türk boyları arasında yaşanan siyasi ve ekonomik anlaşmazlıklar sonucu, her iki kesim arasında daha önce var olan Ehl-i Beyt anlayışı da buna bağlı olarak farklılaşmıştır. Böylece Hz. Ali ve Ehl-i Beyt inancı, Alevi-Bektaşi inancının özünü oluşturmuştur. Bu inan ca göre, "tevella" ve "teberra" son derece önemlidir. Yani, Hz. Ali'yi ve Ehl-i Beyti sevmek ve onları sevenleri sevmek (tevella), Hz. Ali'yi ve Ehl-i Beyt'i sevmeyenleri sevmemek (teberra) demektir.

Anadolu Türk Aleviliği ile İran Ca'feri ş iiliği arasında bir bağlantı kuranlar ve bu ikisinin tamamen farklı olduğunu ileri sürenler vardır. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Orta Asya'dan göçüp gelen Türk boyları, yolları üzerindeki çeşitli kültürlerden, inançlardan ve mezheplerden etkilenmişlerdir. 16. asırdan itibaren Aleviliği benimse yen Türk boyları, bu göçleri sırasında şia'nın, Zeydiye, İsmailiyye ve Onikiimamiyye kolundan ve bazı aşırı gruplarının inançlarından etkilenmişlerdir. Özellikle İsmaili dâiler ve şah İsmail'in faaliyetleri sonucu Türkmen aşiretleri arasın da iilik propagandaları yapılarak Oniki İmam ve Ehl-i Beyt kültü onlar arasında yayılmaya çalışılmıştır. Bütün bu çabalara rağmen Azeri Türkler haricinde diğer Türk boylarını şiileştirmeyi başaramamışlardır. Safevilerle birlikte Oniki imamiyye şiası, Safevi Devle ti'nin resmi mezhebi olmuş ve sonraki süreçte İranileşmiştir. Bugün Alevilikte Ehl-i Beyt bir değerdir. Ancak Aleviler, şiianın aksine, Hz. Ali ve soyunun siyasi ve hu kuki yetkiyi Hz. Peygamberden aldığı, bunun için de siyasal iktida rın sahipleri olduğu ve bu uğurda mücadele edilmesi gerektiğine inanmazlar. Oniki imamı siyasal önderler olmaktan ziyade manevi mistik rehberler olarak görürler. şia'da İmama inanmak iman esası dır. Alevi yazılı kaynaklarında bu, inanç esası olarak zikredilmez. Halbuki böyle bir iddia bugünkü İran şiiliğinin varlık sebebi olmuş tur. Hz. Hüseyin'in şehid edildiği Muharrem ayında yas ve matem tutarken, Caferi şiiler, kendilerine eziyet ve acı verirler. Alevilerde böyle birşey yoktur. Ayrıca Ana dolu Aleviliği'ndeki Cafer-i Sadık kültü İran Caferi şiiliğindekinden farklıdır. Caferî buyruklarında sunulan pratik uygulamalarla, İranın bugünkü mezhebi Caferiliğin uygulamaları birbirinden son derece farklıdır. Hatta İran Caferileri, Cafer-i Sadık***8217;ın Buyruk adıyla bili nen bir eserinin olmadığını söylerler. Hepsinden önemlisi de, bugün İran Caferi şiiliği, siyasallaşmış bir din anlayışını temsil etmektedir. Bu sebeple Aleviler, genel ola rak, Humeyni devrimini tasvip etmezler.

Alevi-Bektaşi geleneğini günümüze ulaştıran temel kaynaklar nelerdir?

Alevi-Bektaşi geleneği, son derece zengin ve dinamiktir. Sosyolojik olarak yaşayan bu gelenek yazılı ve sözlü kültürle canlılığını sürdürmektedir. Konar-göçer ha yat yaşayan Türk boyları, İslam'ı Ahmet Yesevi, Yunus'un hikmetleri ve Hacı Bektaş'ın hikmetli sözlerinden oluşan sözlü kültür yoluyla öğrenmişlerdir. Bu sözlü kültür, dedeler yoluyla nesilden nesile aktarılmıştır. Bu konuda şairler ve ozanlar, deyişler, şiirler, ilahiler ve nefesler adıyla önemli ürünler vermişlerdir. Yerleşik hayata geç tikçe, bu sözlü gelenek kitabi kül türe dönüşmeye başlamıştır. Ancak Aleviliğin 16. asırdan itibaren, yavaş yavaş kitabi kültürünün oluştuğunu görmekteyiz. Bunların başında, Buyruklar, Divanlar, Cönknameler, Fütüvvetnameler Velayetnameler, Menakıplar, Makâlâtlar, Tercümanlar, Erkannameler, Ayin-i Cem Risaleleri, Ken zü'l-Mesaib, Hüsniye, Hutbetü'l Beyan gibi eserler gelmektedir. Bugün ülkemiz kütüphanelerinde gelenekli ve özgün Alevilikle ilgili yüzlerce eser neşredilmeyi beklemektedir. Ama maalesef, bu eserlerin pek çoğu, henüz ciddi bilimsel araştırmaların konusu olmamıştır.

Pratiğe dönecek olursak, sizce ülkemizdeki Alevi -Bektaşi kültü rü ile ilgili bilimsel araştırmalar yeterli düzeyde midir?

Buna keşke olumlu cevap vere bilseydim. Maalesef ülkemizde bu konuda büyük bir keşmekeşlik ve kargaşa söz konusudur. Bu sadece Alevilikle ilgili bir durum da değildir. Bu bizim dini konularla ilgili eserlerde karşılaştığımız köklü bir sorundur. Alevilik konusu, tarihsel, siyasi toplumsal boyutları olan oldukça karmaşık bir konu dur. Bu konuda yazabilmek için, konunun temel problemlerini, gelişim sürecini ve bugünkü toplumsal siyasi boyutunu çok iyi bilmek gerekiyor. Bu da yetmez, bu konuda bilimsel hazırlık ve ön çalışmalar yapmak ve meseleyi önyargılardan uzak tarafsız bir gözle incelemek gerekir. 1990 yılından itibaren Alevilikle alakalı çalışmalarda, önemli bir artış olduğu görülmektedir. Ancak bu çalışmalar, Aleviliği, çeşitli boyutlarıyla ortaya koymaktan çok uzaktır ve bunlar dan pek çoğu da, Aleviliği bilme yenlerce tamamen ideolojik ve siyasi maksatlara hizmet için yazılmıştır. Bu durum meseleyi daha da karmaşık hale getirmiştir. Öyle ki birbirinden farklı Aleviliklerden bahsedilmektedir. Bu dönemde yapılan bilimsel çalışmalar, diğerlerine kıyaslandığında parmakla sayılacak kadar azdır. Diğer taraftan yapılan araştırmalar konuyu bilmeyen ve bilimsel araştırma usullerinden habersiz olan kişilerce yapıldığı için, bir çok çelişkiler, genellemeler, indirgemeler, yanlış bilgilendirmeler ve saptırmalar söz konusudur. Örneğin, Aleviliğin Marksizm olduğu, şiilik olduğu, ayrı bir din olduğu ve İslam dışı olduğu ve benzeri tezler genelde hiç bir bilimsel dayanağı olmayan tutarsız tezlerdir.

devam
__________________
http://www.hahuer.azbuz.com
Offline