Tekil Mesaj gösterimi
 
Alt 30.09.07, 21:42   #51
hahuer
Herkonu.com Fanatik
 
Üyelik tarihi: Sep 2007
Mesajlar: 160
Tesekkür etmis: 35
Tesekkür almis 46 -> 28 Konu
Standart

..: SÜRELİ YAYINLAR:..




Diyanet Aylık (Sayı:147)


( İÇİNDEKİLER )

<<
Sayfa:3/11
>>

[ Röportaj ]


Din Anlayışında Farklılaşmalar ve TÜRKİYE***8217;DE ALEVİLİK-BEKTAŞİLİK Üzerine

Doç. Dr. Sönmez KUTLU ile Söyleşi

Röportaj: Yaşar ÇOLAK

Dini Yayınlar Dairesi Başkanı



H z. Peygamber döneminde İslam'ı anlama, yorumlama ve pratiğe dönüştürme bakımından Müslümanlar arasında çok ciddi sayılabilecek farklılaşmalar söz konusu olmamıştır. Ancak Hz. Muhammed***8217;in vefa- tından kısa süre sonra aynı dine inananlar arasında etkileri günümüze kadar uzanan birtakım anlayış ve yaşayış farklılıkları ortaya çıkmıştır. Bu gelişme sadece bizim dini tarihimizde değil, bütün dini geleneklerde de benzeri şekilde gerçekleşmiştir. Ülkemizdeki dinle ilgili farklı anlayış tarzlarına verilebilecek en önemli örneklerden biri de Alevilik-Bektaşiliktir. Hangi kültür çevresinden olursa olsun herkes söz konusu farklı anlayışların doğru anlaşılmasını kolaylaştıracak bilgilere ihtiyaç duymaktadır. Okuyucularımıza bir katkıda bulunmak amacıyla bu çerçevede araştırmaları ile tanınan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Sönmez Kutlu ile yaptığımız bir röportajı bu sayımızda yayınlıyoruz. Beğeneceğiniz ümidiyle...

Sayın Sönmez, dilerseniz söze önce dine ilişkin farklı anlayış ve pratiklerin arka planındaki etkilerden bahsederek başlayalım. Sizce hangi sebepler bu konuda daha çok etkili olmuştur?

Hz. Peygamber'in sağlığında herhangi bir mezhepten ya da tarikattan bahsedilemez. Gerek itikadi ve siyasi mezhepler gerekse ameli mezhepler ve tarikatlar, Hz. Peygamber'in ölümünden sonra ortaya çıkmıştır. Bunun sosyoekonomik, siyasi, psikolojik, etnik, kültürel ve felsefi birçok sebebi vardır. Bütün bunlara burada ayrıntılarıyla girmek mümkün değildir. Ancak ben bu sebepleri üç ana başlıkta almak istiyorum. Bunlar sırasıyla Psikolojik durum, Sosyo-Politik ve Kültürel Durum, Dini Metinler. Psikolojik durumdan kastettiğim insan unsurudur. Günümüzde yapılan araştırmalar, dini söylemlerdeki farklılıkların, insanlar arasındaki bireysel farklılıklarla ve insan tabiatındaki psikolojik farklılıklarla yakından ilişkisi olduğunu ortaya koymaktadır. İnsanların her biri ilgi, alaka, hal, tutum, davranış, huy, mizaç, zeka ve muhayyile konusunda birbirinden farklıdır. Ayrıca her insan akıl sahibi kuşku, duyan, anlamaya çalışan, düşünen, sorgulayan, açıklayan, yorumlayan, anlamlandıran ve kutsallaştıran bir varlıktır. Bireysel karakter farklılıkları ve insan tabiatındaki eğilimler en genel anlamda tepkisel/şiddet yanlısı, akılcı, gelenekçi-muhafazakâr, sezgici-tecrübeci, radikal ve uzlaşmacı olarak sınışandırılabilir. Bu karakterlerden birisine sahip olan veya birisinin ağır bastığı kimseler, hayatın çeşitli alanlarında karşılaştıkları dini problemlere sahip oldukları eğilimler doğrultusunda çözümler üretir. Hatta kendi mizaç ve tabiatına uygun dini hareketlere yönelirler. Kısacası insanın olduğu her yerde farklılık ve zenginlik vardır. Bu, onun din anlayışına da yansımaktadır. Sosyo-politik ve kültürel değişmeye gelince, İslam'ı benimseyenler arasında farklı kültürel çevrelerden, farklı dinlerden, farklı boy ve soylardan insanlar vardı. Hatta bunlar, genelde eskiden beri rekabet halinde olan dini, kültür ve medeniyet çevresinden gelmekteydiler. Örneğin en etkin dinler arasında Hristiyanlık, Yahudilik, Budizm, Hinduizm, Sabiilik bölgede oldukça etkiliydi. Kültür olarak Arap, Roma, Mısır, Türk ve Sasani kültürler rekabet halindeydi. Diğer yandan Araplarda toplumsal hayatın merkezinde kabilecilik vardı. Uzun yıllardan beri Kureyş'in iki büyük kolu birbiriyle mücadele ediyordu. Bunlar arasındaki güç dengeleri İslam'ın gelişiyle birlikte bozuldu ve devletleri yıkıldı. Aslında İslam göçebe hayatı yaşayan, köle ve efendilerden oluşan, kitabi kültürü ve devlet geleneği olmayan bu toplumu medeni bir topluma dönüştürmek istedi. Ancak bu güçlü kültür ve medeniyetler tamamen yok olmadı ve ölmediler. Sosyolojik olarak, hiçbir kültür bütünüyle ölmez, farklı kültür ve medeniyetlerde farklı kalıplar içesinde tekrar ortaya çıkarlar. Dolayısıyla farklı din mensupları İslam'a girmekle önceki dinlerine tamamen sırt çevirmemişler ve onları İslam kılıfı içerisinde yaşatmak istemişlerdir. Hz. Peygamber'in ölümünden sonra kabileler, dinler, kültürler ve medeniyetler arası bu rekabet tekrar su yüzüne çıkmaya başladı. Bunun neticesinde İslam toplumunda Emevilerle Haşimiler arasında yaşanan siyasi iktidar kavgaları yaşandı. Böylece kökleri geçmişe uzanan sosyal, kültürel, ekonomik, tarihi, politik ve kültürel yapı daha sonraki nesillerin Kur'an'ı farklı anlama ve yorumlamalarına sebep oldu.

Bu etkenlerden üçüncüsü olarak zikrettiğiniz dini metinler, müslümanlar arasında dinin farklı anlaşılması ve yaşanmasında nasıl ve ne şekilde etkili olmuştur.

Dini metinlerle kastettiğim öncelikle Kur'an ayetleridir. Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerinin manası kapalıdır veya farklı anlamlara gelmektedir. Yani her insanın aynı şekilde anlayacakları ayetler vardır, farklı anlayabilecekleri ayetler vardır. Birincisine,Yüce Allah'ın varlığı ve birliğiyle ilgili Tevhid'i ilgilendiren ayetler örnek verilebilir. İkincisine insan özgürlüğü konusundaki ayetler örnek verilebilir, ya da kapsamına kimlerin girdiği tartışmalı olan Ehl-i Beytle ilgili ayet verilebilir. Hz. Peygamber döneminde, toplumda yaşanan belirli olaylar ve problemlerle ilgili olarak parça-parça vahiy geliyordu. Hz. Peygamber, bu mesajı onlara açıklıyordu. Vahiyle toplum arasında sıcak bir diyalog vardı. Hz. Peygamber Yüce Allah'ın ne demek istediğini en iyi bilen birisi olarak örneklik teşkil ediyordu. Kur'an***8217;ın indiği dönemden uzaklaşıldıkça, sosyal gerçeklik değiştikçe, müslümanlarla vahiy arasındaki daha önceki sıcak diyalog her geçen gün canlılığını kaybetmeye başladı ve metin üzerinde anlaşmazlıklar çıktı. İnsanlar farklı bakış açılarına göre bu metinlere yaklaştıklarından farklı sonuçlar elde ettiler. Çünkü bunların kültür düzeyleri, anlayışları, bakış açıları birbirinden farklı idi. Neticede her grup kendi anlayışının doğru olduğunu iddia etmeye, onu ayet ve daha sonraları hadislerle temellendirmeye çalıştılar. Her bir fırka ve mezhep farklı bir Kur'an tasavvuru oluşturdular. Kısaca açıklamaya çalıştığım bütün bu süreçler, farklı din anlayışlarının ortaya çıkmasına ve kurumsallaşmasına sebep olmuştur. Haricilik, şia, Mürcie, Mu'tezile, Hadis Taraftarları, Maturidilik, Eşarilik ve benzeri itikadi/kelâmi fırkalar; Hanefî, Malikî, Hanbelî, fiafiî ve Caferî gibi amelî/ fıkhî mezhepler ve daha geç dönemde ortaya çıkan Yesevilik, Nakşilik, Bektaşilik formu içerisinde yaşayan Kadirilik ve Rufailik ile Alevilik gibi mistik oluşumlar bu kurumsallaşmanın tezahürleridir. Bunlar, adını zikrettiklerimizle sınırlı olmayıp daha pek çok fırka, mezhep ve oluşumlar vardır, ancak bunların büyük bir bölümü zamanımıza ulaşamamıştır.

Bu etkiler sonucu ortaya çıkan farklı din anlayışları ile din arasında nasıl bir ilişki vardır?

Sorunuzu cevaplamaya İslam'ın bir din olarak tanımıyla başlamak istiyorum. Akıl sahiplerini kendi özgür iradesiyle iyiliğe ve hayra sevk eden ilahi bir kurumdur. Bu tanımdan anlaşılacağı gibi, din ilahi kaynaklı bir mesajdır ve insanın doğru düşünüp doğru davranması ve doğru eylemde bulunabilmesi için bir katkıdır. Muhatabı ise akıl sahibi insandır. İnsanın olmadığı yerde din yoktur. Dinin en önemli unsurlarından birisi de insanın baskı altında kalmadan kendi özgür iradesiyle gönülden benimsemesiyle inancını gerçekleştirmesidir. Din insan için olduğundan, onun en genel anlamda maksatları şu beş şeyin emniyet altına alınması ve dokunulmazlığının sağlanmasıdır. Bunlar; dini, nesli, nefsi, aklı ve malı korumaktan ibaret olup dinin temel kurucu ilkeleridir. Din, içerik olarak ele alındığında ise, inanç, ahlak, ibadet ve muamelattan oluşur. Peygamberimize gelinceye kadar bunlardan ilk üçü bütün peygamberlere gönderilmiştir ve dinin evrensel boyutunu temsil eder. Muamelat ve ibadet ediliş biçimleri ise, peygamberden peygambere değişmektedir ve bazı kısımları itibariyle zamansaldır. Her dinin bir Peygamberi, bir kitabı ve ibadethanesi vardır. Bir kimse, Allah'ın varlığını ve birliğine, Hz. Muhammed'in onun resulü olduğuna ve onun Allah'tan getirdiklerine, öldükten sonra dirilmeyi ve hesaba çekilmeye inanan herkes mümin, müslüman ve Kıble Ehlidir. Yani bunlara, Uluhiyet, Nübüvvet ve Mead denir. Bunlara inanan bir kimseyi hiç kimsenin İslam dışı gösterme yetkisi yoktur. Mezhep ise, Hz Peygamber'in ölümünden sonra, sosyal, siyasi ve ekonomik sebeplerle belli fikirler ve şahıslar etrafındaki siyasi-itikadi veya fıkhi-ameli fikri zümreleşmelerdir. Bunlardan siyasi-itikadi alanla ilgili olanlarına fırka, amelifıkhi boyutu ağır basanlara da fıkıh mezhepleri adı verilir. Asıl itibariyle, fırka ve mezhepler, her dinin tarihinde yaşanan bir olgudur. Bu bakımdan mezhepler, dinle özdeşleştirilemez. Çünkü esas olan dinin evrensel boyutudur, mezhep ise, inanç ve amel konusunda dinin doğru bir şekilde anlaşılması ve yaşanması ile ilgili ortaya çıkmıştır. Ancak dinle mezhep arasındaki ilişki her zaman masum olmamıştır. Mezhepler, siyasi menfaatleri temin etmekte birer araç olarak kullanılmıştır. Bunun neticesinde dinin yeni yorumlarla güncelleştirilmesi ve fonksiyonel kılınması yerine müslümanlar arasında ayrılık ve kavgaların, taassubun, iktidar savaşlarının birer aracı haline gelmiştir.

İslam'ın ilk dönemlerinde ortaya çıkan bu din anlayışlarının ve farklı hayat tarzlarının ülkemizdeki farklı din anlayışlarını ve hayat tarzlarını nasıl etkilemektedir?

Günümüzdeki din anlayışları ve yorumları temelde İslam'ın ilk dönemlerinde ortaya çıkan anlayışların bir uzantısıdır. Fakat bugünkü dini-itikadi zümreleşmelerin onlarla tamamen aynı olduğu söylenemez. Mezhepler de dönemin şartlarına göre ve insanların o günkü ihtiyaçlarına göre oluşmuştur. Bunlar değiştiği zaman, mezhepler de değişmekte ve farklılaşmaktadır. Bu sebeple tek bir mezhepten birden fazla kollar çıkmıştır veya sosyal değişimin ihtiyaçlarına göre kendilerini yeniden ifade etmek zorunda kalmışlardır. Bugün toplumumuzda itikadi yorumlardan Maturidilik, Eş'arilik bu ikisine Ehl-i Sünnet denir şiilik, Nusayrilik ve Yezidilik varlığını sürdürürken, fıkhi-ameli sahada ise Hanefilik, şafiilik ve Caferilik varlığını sürdürmektedir. Tasavvufi düşüncede ise Nakşilik, Kadirilik ve Rufailiki le Bektaşilik Alevilik ve diğerleri yaşamaya devam etmektedir. Tarihi çok gerilere uzanan bu mezhepler ve tarikatlar ve oluşumlar günümüz insanı için bir kimlik oluşturmaktadır. Maalesef, bazen bu mezhebi kimlikler İslam kimliğinin önüne geçebilmektedir. Aslında modernitenin getirdiği değişim, geleneksel yapıları zorlamaktadır. Hızlı göç ve değişim sonucu, bu ekoller ya daha az fonksiyonel olmakta veya kendi kabuğuna çekilmekte ve direnmeye çalışmaktadır. Ama Türkiye'de hâlâ tarihin belli döneminde ortaya çıkan fikri oluşumların bilgi kuramları çerçevesinde din anlaşılmakta ve gerek Sünni gerekse Alevi çevrelerde yeni fikirlere ve anlayışlara bir direnme söz konusudur.
......................
devam...
__________________
http://www.hahuer.azbuz.com
Offline